“Uyanıp kaçamadılar,
Nazım Hikmet
kuş olup uçamadılar,
açıldı kuyular kimse inemez
Erzincan Beygiri rahvandır amma;
ölüler ata binemez.
yan yana, sırt üstü yatan ölüler…”
Nazım’ın yukarıdaki dizileri, sabaha karşı yaşanan Kahramanmaraş merkezli depremleri sonrasını anlatıyor adeta… Yaşadığımız coğrafyadan dolayı birçok deprem yaşadık ama 6 Şubat’taki gibisini hiçbirimiz görmemiştik. Tam bir afetti ve 10 ilde değil 81 ilde olmuştu deprem… Yıkılan binalar, kaybedilen insanlar 10 ildeydi ama acısı 81 ildeydi.
Ben de herkes gibi büyük üzüntü içerisindeydim. Ama bir sağlıkçı olarak bu acıyı içimde yaşamaktan çok, acıyı hafifletmek istediğim için depremzedelerin yardımına koştum. Bölgeye giden, o dönem kırmızı yelekliler diye medyada da geniş yer bulan dayanışmayı ören Türkiye Komünist Partisi’ndeki arkadaşlarımla beraber depremin 40. günü Hatay’daydım. Bu 40 günde Boyun Eğmeyen İlaç Emekçileri’nin halka ilaç tedariğini sağladığını biliyordum. Bölgede artık ilaç temini için birçok seçenek oluşmuşken artık başka bir şey yapmak gerektiğini, köylere mahallelere giderek umursanmayan ciddi konularda taramalar yapmak gerektiğini söyleyen bu arkadaşlara katıldım. Hüznün, isyanın olduğu acı ve öfkenin dile geldiği gündü. Hataylılar Samandağ ‘da yürüyüş yapıp depremde kaybettikleri yakınlarını anacaklardı, bizse tarama için yola koyulduk.
30 yıl kamuda çalıştığım için gönüllü olarak birçok deprem bölgesinde bulundum. Deprem gibi büyük felaketlerde ve kriz durumlarında işleyişin nasıl olduğunu, sağlık sisteminin nasıl aksayıp yetersiz kaldığını çok iyi biliyordum. Tam da olmam gereken yerdeyim dedim. İnanılmaz işler yapılıyordu kolektif dayanışmayla. Psikososyal destek ekibimiz, çocuklara umut temalı oyunlardan tutun yetişkinler için psikolojik güçlendirme çalışmalarına kadar birçok çalışma içeresindeydi. İnsanların ulaşamadığı, bulamadığı tüm ilaçlar temin ediliyordu.
Ben de bir hemşire olarak kadın sağlığı taramasında görev aldım. Bu görevde üç kişiydik; eczacı arkadaşım Feyhan Türker ve Çağla Çelik ile on gün boyunca tüm ilçeleri, köyleri mahalle mahalle gezip tarama yaptık. İnsanların bir kısmı çadır kente yeni geçmişti. Kimileri de az ve orta hasarlı evlerin yakınlarında, bahçe veya parklarda kendi imkanlarıyla çadırlarını kurmuşlardı. Çadır kentin çoğunda revir yoktu. Az da olsa büyük çadır kentlerde Sağlık Bakanlığı’ndan gönüllü doktor ve hemşire meslektaşlarımız vardı ama onlara da ulaşım zordu. Toplu taşıma araçları olmadığı için insanlar revire gidemiyordu. Büyük çadır kentlerindeki bu doktor ve hemşire arkadaşlar da revirden dışarı çıkamıyorlardı. Anlayacağınız var olan hizmet de pek bir işe yaramıyordu.
İlk önce Ekinci mahallesine gittik. İnsanlar bizi o kadar samimi, o kadar sıcak karşıladılar ki bu kadar acının içindeki bu samimiyet beni çok duygulandırdı. Samimiyetleri de, mutlulukları da, acıları da gözlerinden okunuyordu. En büyük sorunumuz hijyendi. Bu sorunu dört temel başlıkla size açıklamak istiyorum:
Deprem sonrası hayati konular
İlk olarak depremde ilk dönem yapılması gerekenlerden biri seyyar tuvaletler olmalıydı. Daha sonra toplu yerlerde yeterli sayıda nitelikli ve alt yapısı olan tuvaletler yapılmalıydı. Alt yapının mümkün olmadığı durumlarda ise sahra tuvaleti şeklinde uygulama yapılmalıydı. Bu tuvalet çukurlarının da üzeri günlük olarak toprakla kapatılmalı ve yeni çukura bağlanmalıydı. Ayrıca dezenfeksiyon için kireç dökülmeliydi. Bunlar olması gerekenlerdi. Ama maalesef bunların hiçbiri yoktu.
Depremin üzerinde koca bir 40 gün geçmişti ama tuvalet yoktu. Büyük çadır kentlerde niteliksiz bir iki tane tuvalet dışında tuvalet görmedik. Evet 40. günde bile tuvalet yoktu ve kadınlara tuvaletinizi nereye yapıyorsunuz diye sorduğumuzda utana sıkıla kulağımıza “Depremde yıkılan binaların içine gidip birbirimizi bekleyerek yapmaya çalışıyoruz” cevabını verdiler. Kadınların büyük bir çoğunluğunda maalesef mantar enfeksiyonu, idrar yolu enfeksiyonu, bakteriyel enfeksiyonlar gibi sağlık sorunları vardı. Şikayetler akut olmaktan çıkmış kronikleşmeye doğru gidiyordu. Tüm kadınlarla tek tek konuşup genital enfeksiyonlarına göre bölgede bulunmasında sıkıntı yaşanan ilaçları temin ederek doktor arkadaşlarımız eşliğinde ilaçlar verdik. Bunları verirken daha büyük bir sorunumuzun olduğunu tespit ettik.
Sonrasında kıyafetlerin sınırlı olması ve çamaşırların yıkanamaması, var olan sorunu daha da büyütmekteydi. Verdiğimiz ilaçlar sadece kısa bir süre için rahatlatacaktı. Bu yüzden kadınlara ilaçların yanında çok sayıda iç çamaşırı temin edip verdik. Bundan sonraki ziyaretlere bu konuda da hazırlıklı olarak gittik.
İkinci olarak kadınlarla konuştuğumuzda en büyük sorunlardan bir tanesinin de banyo yapamıyor olmaları olduğunu gördük. “Islak mendillerle temizlenmeye çalışıyoruz” dediler. Kadın sağlığı taraması yaparken hijyenik ped, ıslak mendil, diş fırçası, diş macunu, sabun malzemelerini de veriyorduk. Bununla birlikte yine böylesi zamanlarda ihmal edilen konuların başında gelen cinsel sağlık ve korunma yöntemlerine dair de ihtiyaç hat safhadaydı. Oral kontraseptif ve kondom gibi ürünlere ulaşım sınırlı olduğundan bunları da temin ederek bu taramaları gerçekleştirdik. Kullanımları konusunda bilgilendirmelerde bulunduk.
Üçüncü olarak kadın sağlığı taramasındaki en büyük sorunlardan biri de hamilelerin iç acıtan durumuydu. İnsanlar kendi başının çaresine bile bakamazken onlar bir başka canı daha korumaya çalışıyordu. Tuvalet bir sorundu ama hamileler için çok daha büyük bir sorundu. Onlara bol su içmelerini öneriyordum ama tuvalet sorunundan dolayı içemediklerini söylüyorlardı. Kronik hastalığı olan gebeler vardı ve bunların takipleri yapılamıyordu. Hamilelerde psikolojik olarak kaygı, endişe çok yüksekti. Onlarla konuşup onları rahatlatmaya çalıştık. Beslenme sorunu olduğundan vitamin takviyeleri ile desteklemeye çalıştık. Hijyen malzemeleri verdik.
Gebe ve lohusalar özel önemde
Son olarak lohusa kadınlarımız… Depremin korkusu ile erken doğum yapmış sütü gelmeyen kadınlarımız, hijyen sorunu yaşayan, derin anemileri olan kadınlarımız, yeni doğum yaptıkları için hormonal olarak çok hassas bir dönemden geçen kadınlarımız… Kendi travmalarına bir de böyle bir depremin travması eklenen kadınlarımız… Lohusa kadınlarla bire bir konuşup lohusalık eğitimi verdik. Çünkü biliyoruz ki süt kesilse de doğru eğitim verildiği zaman, sonrasında tekrar süt gelebiliyor, bu da anne ve bebeğin kaygısını, endişesini azaltıyor. Onların da hijyenik olarak ihtiyaç duydukları malzemeleri tedarik ettik. En önemlisi de kadınların, onları dinleyen ve ne yaşadıklarını anlayan birilerine ihtiyaçları vardı. Özellikle gebe ve lohusaların yalnız olmadıklarını hissetmelerini sağlamak onları da bizi de çok mutlu etti.
Ülke olarak bu tür afetlerle karşılaşma olasılığımız maalesef çok yüksek. O yüzden bir sağlıkçı olarak sorun ortaya çıkmadan önlemler almış olmanın her zaman daha doğru, daha mantıklı bir adım olduğunu düşünüyorum. Teknolojinin bu kadar gelişmiş olduğu bir çağda yaşarken deprem sonrası bu kadar çaresizlikle karşılaşmak gerçekten akıldışı geliyor insana. Umut ediyorum ki bundan sonrasında böyle sorunlar yaşamayız. Büyük üstadımızın da dediği gibi umudu elden bırakmamak gerekiyor.
“Yok öyle umutları yitirip karanlıkta savrulmak. Unutma; aynı gökyüzü altında,
Nazım Hikmet
bir direniştir yaşamak.”