İlaç sektörüyle ilgili her eyleme aslında ilacı tanımlayarak başlamak gerektiğini düşünüyorum. En kısa tanımıyla hastalıkları tedavi eden, semptomları azaltan ya da hastalıklardan korunmayı sağlayan kimyasallara ilaç diyoruz. Bu kimyasallar etkilerini hücre reseptörlerimize giderek gösteriyorlar yani ilacın herhangi bir tüketim maddesinden çok net bir çizgiyle ayrıldığı aşikâr ve elbette ilacın tanımı herkes tarafından biliniyor ancak nedense herkes bu tanımdan aynı çıkarımı yapmıyor. Bu doğrultuda ilaç sıradan bir ticaret metası olmadığı için ilaçta reklam problemi karşımıza çıkıyor.
İlacın reklamı olur mu?
İlacın reklamı olur mu? Olursa bu reklamlar hangi standartlara sahip olmalıdır? Reklamlar kimlere hitap etmelidir? Reklamların standartlara uyup uymadığı nasıl denetlenebilir? Bu soruların cevaplarını ülkelerin kanun kurucu otoriteleri belirliyor. Örneğin Avrupa’da ilaç reklamları için kontrollü bir mevzuat hâkim ve ilaçlar reçeteli/reçetesiz ayrımına tabii tutuluyor. Reçeteli ilaçların halka yönelik reklamı yapılmıyor. ABD’de ise reçeteli ilaçların dahi reklamı yapılabiliyor. (Konuyla ilgili detaylı bilgi için Gazeteci Doğukan Doğan ve Eczacı Erdal Kart ile yapmış olduğumuz çalışma linkte mevcut: Doz Dergisi Yıl 2022 Sayı 31 )
Ülkemizde reçeteye tabii ilaçların halka yönelik reklamı Beşeri Tıbbi Ürünlerin Tanıtım Faaliyetleri Hakkında Yönetmelik mevzuatınca yasak. Ancak tıbbi cihazların ve takviye edici gıda grubundaki ürünlerin reklamları yapılabiliyor. İlaç reklamları konusunda mevzuat sağlam gibi görünüyor ancak kategorizasyon kısmında sorunlar baş gösteriyor. Örneğin bir ürün ilaç ruhsatı alırken aynı etken maddeyi aynı miktarda ve aynı müstahzar formunda içeren başka bir ürün tıbbi cihaz ruhsatı alarak reklama kapılarını açabiliyor. Benzer şekilde bir bitki ekstresi ilaç grubunda yer alırken aynı bitki ekstresi takviye edici gıda ruhsatı alabiliyor.
Takviye edici gıda konusu ise başlı başına bir problem. Tarım ve Orman Bakanlığı’ndan takviye edici gıda ruhsatı almak basit bir prosedüre dayanıyor ve üretim koşulları yeterince bilinmiyor. Numune alınarak denetim yapılması zaruri değil, eğer dosyanız onaylanırsa ruhsatınız hazır. Sağlık Bakanlığı ruhsatı için prosedür daha zorlayıcı olduğundan ve bu tercihe bağlı bir seçenek olduğundan Tarım Bakanlığı ruhsatı ile piyasaya girmek daha makul görünüyor. Ürünler piyasaya çıktıktan sonra ne oluyor? İçerik listesi aynı şekilde kalıyor mu? Bilmiyoruz. Bu haliyle takviye edici gıda grubu başlı başına kontrolsüzlüğe yol açıyor; problem en başta, ürünün sınıflandırılmasında başlıyor. Çaktırmadan ilaç üretip piyasaya sunmanız mümkün değil ama misler gibi merdiven altı bir takviye gıda çıkarıp fark edilene kadar piyasada dolaştırabilirsiniz. Yapılan denetimlerde içine ilaç etken maddelerinin karıştırıldığı ortaya çıkan takviye edici gıdaların sayısı belli değil. Bu denetime denk geldiyseniz geri çekme kararı çıkması mümkün. Peki ya denetime denk gelmeyenler?
İçinde ne olduğundan tam olarak emin olmadığımız bu grup ürünlerin reklamının serbest olması ise ayrı bir problem konusu. Piyasada bu ürünlere öyle güzel reklamlar yapılıyor ki ürünleri sanki her yaştan HERKESİN kullanması gerekiyormuş gibi bir algı oluşturuluyor. Televizyon reklamları dönemi neredeyse bitti, günümüzdeki reklam ağları Influencer olarak adlandırılan sosyal medyada belirli bir kitlesi olan kişiler üzerinden işletiliyor. Yeni sosyal medya yönetmeliği çıkana kadar bu influencerların paylaşımlarında reklam ibaresi bile yazmıyordu, insanlar reklama maruz kaldıklarını fark etmiyorlardı. Yönetmelik sonrası paylaşımlara reklam yazma zorunluluğu getirildi. Ancak yine de ‘’mecburen reklam yazmak zorundayım ama bu gerçekten kullanıp sevdiğim bir ürün ‘’gibi yazılarla yapılan masumane paylaşımları görüyoruz.
Influencer kavramı resmi tanımı olan bir unvan değildir. Yani kimin influencer olduğunu bildirebileceğimiz bir sistem yok dolayısıyla bunun bir denetimi de yok. RTÜK bu işlere bakmıyor, sanırım halk sağlığından daha önemli bakacağı işleri var…Bunların paylaşımları ise ilgili sosyal medya platformlarının topluluk kurallarını ihlal etmediği sürece sorun teşkil etmiyor. Bu ihlaller bile şans eseri biri şikâyet ederse ancak o zaman açığa çıkıyor. Takipçi sayısı yüksek olan ‘’profesyonel influencer’’ lar içerik konusunda daha dikkatliler çünkü kitle büyüdükçe paylaşımları göz önüne seriliyor ve şikayetlere karşı risk de artıyor. Takipçi sayısı daha az olan, varlığından bile haberdar olmadığımız influencerların ne paylaştıklarını ise göze çarpacak bir kitle oluşana kadar maalesef bilemiyoruz. Onlara denk gelip şikâyet ederek kontrol altına almak daha da zor. Genel olarak influencerlık mensupları onlara gelen bir ürünle ilgili yetkinlik alanına sahip değiller, firma hangi masalı isterse bizlere onu anlatıyorlar. Bilmedikleri bir alanda paylaşım yapmaktan çekinmiyorlar. Cilde iyi geliyor diye ilaç grubundan kortizonlu, antibiyotikli, bitki ekstreli kremlerin paylaşımlarına; zayıflatıyor diye orlistat etken maddesinin paylaşımlarına; ödem atmak için diüretik paylaşımlarına ve daha birçoklarına defalarca şahit olduk. Bu noktada yeni reklam modeli olan bu yöntemle nasıl mücadele edilir, internet özgürlüğünü ihlal etmeden nasıl sınırlar çizilebilir konusu ne yazık ki çok büyük bir açmaz. İnsanlarımız bu kişilerin paylaşımlarında gördüklerini önemli ölçüde ciddiye alıyorlar. Çalıştığım eczaneye, ellerinde İnstagram hikayelerinden alınmış ilaç ve takviye edici gıda görselleriyle ürün almaya gelen insanlara neredeyse her gün şahit oluyorum.
Halk sağlığının çıkarı üzerine yemin etmiş sağlık çalışanları devre dışı mı?
Eczanelerimize gelen bireylere biz mesleki etik ve sorumluluğumuzun gerektirdiği bilgilendirmeyi yaparak doğru yönlendirme sağlayabiliyoruz ancak insanların büyük çoğunluğu internetten ‘’ucuza’’ alışveriş yapmayı tercih ediyor. İnternet satışları zaten kendi içerisinde bir mayın tarlası. Eczanelerimize firmaların kendisinden ya da depolardan temin ettiğimiz ürünlerini internette mantığa sığmaz ölçüde ucuz fiyatlara satıldığını görüyoruz. Artık hangi ürünün orijinal hangisinin sahte olduğunu ayırt etmek de imkânsız, ürünlerin saklama koşulları da bilinmiyor. Daha iyi bir senaryoda bu ürünlerin tek satış noktası eczaneler olsa en azından kimlerin kullanıp kullanamayacağı ve nasıl kullanılacağı, kullandıkları diğer ilaçlarla etkileşimler gibi bilgileri hastalarımıza anlatarak doğru bir kullanım sağlayabilirdik. Ancak satış noktalarının sınırsızlığı da hastaların hiç danışmadan reklamını gördükleri ürünü internetten, aktarlardan marketlerden vb. yerlerden kendileri temin ederek bilinçsiz kullanıma ve ardından gelen istenmeyen etkilere yol açıyor. Tüm bunlar halk sağlığının çıkarı üzerine yemin etmiş sağlık çalışanlarının devre dışı bırakıldığı, kontrolsüz bir satış pazarını meydana getiriyor.
Bu noktadaki başlıca problemlerden bir diğeri ise ülkemizdeki sağlık okuryazarlığı kalitesinin çok düşük düzeyde olması. Örneğin tansiyon gibi kronik hastalıklarda bile insanların kendi ilacını bırakıp komşusuna, akrabasına iyi gelen ilaca kendi kendilerine başlamaları ülkemizin bir gerçeği. 50-60 yaş üstü jenerasyonun bireyleri, genellikle hekime/eczacıya danışmadan önce, maalesef, aktara danışarak kendilerini tedavi etmeyi tercih ediyorlar. Yaşça daha genç olan bireyler ise influencer tavsiyeleriyle bir yol izliyorlar. Çoğu zaman eczanelerimize ürün danışmaya değil, sosyal medyada gördükleri üründen emin bir şekilde onu temin etmeye geliyorlar. Muadil ilaç verdiğimizde problem çıkaran insanlar, sağlık profesyoneli olmayan kişilerden aldıkları tavsiyeleri uygularken aynı “farkındalığı” ne yazık ki göstermiyorlar. Bilgi ve teknoloji çağını yaşarken hala zayıflama çaylarından hayatını kaybeden, ne olduğu bilinmeyen bitkisel ilaçlardan zehirlenen ya da kullandıkları ilaç ve diğer ürünlerin etkileşimlerinden mevcut tedavilerini bilmeden devre dışı bırakan insanlar var. Sağlık okuryazarlığı bu seviyelerde olan bir ülkemizde ilaç dışı ürün reklamlarının serbest dolaşımda olması ne kadar doğru olabilir?
İnsanların doğuştan beri taşıdıkları inançlarını ve alışkanlıklarını değiştirmek elbette elimizde olan bir şey değil ancak otoritelerin üzerine düşen görevler insanların bilgi eksikliğine mahal verilemeyecek olan sınırları belirlemektir. Halk sağlığına yönelik uygulamalar toplumcu bir bakışa sahip olmadan yürütüldüğünde zaman içerisinde insan yaşamı da bir ticaret metası haline gelir. Güncel işleyişi iyileştirmek adına sağlıkçıların ve hukukçuların uzmanlıklarını ortaya koymasıyla yapılabilecek pek çok düzenleme mümkün ancak mevcut düzende maalesef halk sağlığı herkesin birincil amacı değil. Sanırım değiştirmeye tam da buradan başlamak lazım.