Ülkemizde özellikle pandemiden sonra vuku bulan yüksek oranlı bir ilaç yokluğu yaşanıyor. Pandemiden sonrasını özellikle vurguluyorum çünkü ilaç yokluğu her zaman vardır ve ilaç yokluğunun normal kabul edilen oranı %5’ tir. Fakat maalesef son iki yıldır bu oran %20 ila %30 arasında gidip geliyor.
Mesele uzmanlara sorulduğunda sabit ilaç kuru ile reel avro kuru arasındaki uçurum nedeniyle ilaç bulunamıyor deniliyor. Burada kullanılan uçurum kelimesinin bilerek seçildiğini düşünüyorum. Bana göre “uçurum” kelimesi içinde “Çok şey anlatacak durumda değiliz, lütfen bizi anlayın.” çaresizliğini barındırıyor. Neyse, konu ifade özgürlüğüne geldiği için bu bahsi burada kapatmaktan başka çaremiz yok gibi. İlaç yokluğuna dönecek olursak uzmanların teşhisi belli ölçüde -basın diliyle söylersek- gerçeği yanıtsa da kazın ayağı hiç öyle değil.
Öncelikle şunu açıkça söyleyelim. İlaç kuru ile reel kur arasındaki makasın açılması Türkiye’deki döviz kuru yüksekliğinin, döviz kuru yüksekliği de yanlış ekonomi politikalarının sonucudur. İkincisi hemen her alan gibi ilaçta da dışa bağımlı oluşumuzdur. Akp hükümetindeki sorumlu kişilerin ağızlarından düşürmedikleri millilik ve yerlilik konusunun özüne in(e)medikleri, sadece söylemde bıraktıkları için ilaç konusunda 100 yıllık cumhuriyet hala dışa bağımlı. Halkımız işte tüm bu sebeplerle ilaca erişim konusunda sorunlar yaşıyor.
İlaca erişim sağlık hakkının unsurlarından biri olan erişilebilirliğin içerisinde yer almaktadır. İnsanlar, sağlık hakkını kullanabilmek için tedaviye erişmelidir. Bunun için hekime erişmelidir. Hekimin teşhis ve tanısı sonrası sağlığını koruyabilmek için ilaca erişmesi gerekmektedir. Ülkemizde ilaca şu şekilde erişiyoruz: Birinci yol ülkemizde ruhsatlı ilaçlara erişimimiz. Yani reçetemizle eczaneden eczacı danışmanlığında ilacımızı almamızdır ki ülkedeki büyük çoğunluk sigortalı olduğu için de geri ödeme kapsamında ilaçlarına erişmektedir. İkinci yöntem ise ülkemizde ruhsatlı olmayan ilaçlar… Bunlara ise Türk Eczacıları Birliği ve Sosyal Güvenlik Kurumu (Ki orada da nasıl sorunlar olduğu sahte ilaç skandallarıyla nasıl çalkalandığı yakın zamanda kamuoyundan öğrenmiştik ama bu yazının konusu şimdilik onlar değil.) tarafından getirilmektedir.
İşte ülkemizde yaşanan son gelişmeler ilaca erişimin artık o kadar kolay olmadığını da bizlere göstermektedir. İlaç yoklarıyla uğraştığımız şu dönemde aynı zamanda Türkiye piyasasından ilaçlarını çeken global ilaç firmaların da tehditleriyle karşı karşıyayız. Kârlılıkları halk sağlığından daha önce gelen bu firmalara karşı inatla devam eden bu ilaç politikaları yüzünden elimiz kolumuz bağlı şekilde sadece seyrediyoruz. Bütün bunlar yetmezmiş gibi 25.12.2023 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanan ilaç zammı kararının yürürlük tarihi 9 gün sonraya alınarak katmerli ilaç yokluğunu yaşatıyorlar. Şu ana kadar yazdıklarım geri ödeme kapsamında olan ilaçlar ya SGK tarafından geri ödemesi yapılmayan ilaçlar… Onlara hastalar nasıl erişiyor? Gelin birlikte irdeleyelim.
SGK geri ödemesi kapsamında olmayan ilaçlar için hastalar ilacı kendi ceplerinden ödeyerek alıp hızlı bir şekilde mahkeme yoluna gidiyorlar çünkü çok az bir kısım ilacı ayıracak olursak bu ilaçların büyük çoğunluğunun maliyeti maalesef çok yüksek. İşçi sınıfının ve orta sınıfın şu koşullarda bu ilaçlara erişmesi imkansız! Mahkeme yoluna giden hastalar emsal kararları göstererek davaları kazanıyorlardı. Tıpkı büyük bir mücadele ile kadınların HPV aşısının ödemesini SGK’den aldıkları gibi. Uzun zamandır temelde “sosyal devlet” ilkesi gereği bu ilaçların ödemesi mahkeme yoluyla alınabiliyordu fakat Yargıtay inanılması güç bir karara imza attı.
Bir hastanın dava sürecindeki kanser ilacıyla Yargıtay’ın kararı şöyle:
- Davacıya ait tüm tedavi evrakları celp edilerek kanserin türü belirlenerek talep konusu dönemde ilacın sut kapsamında olup olmadığının araştırılarak, sut (Sağlık Uygulama Tebliği) kapsamında ise sut şartlarını sağlayıp sağlamadığı,
- Sut kapsamında değilse yukarıda açıklanan mevzuat kapsamında irdeleme yapılmak suretiyle; davaya konu ilacın söz konusu kanser hastalığının tedavisinde hayati öneme haiz ve kullanılmasının zorunlu olup olmadığının, dolayısıyla kullanılmasının tıbben ve fennen sigortalının iyileşmesine katkıda bulunup bulunmayacağının belirlenmesi…
- İlacın hangi tür kanser hastalarında hangi evrede ve hangi dozda kullanılacağının ve bu hususların nasıl belirleneceğinin, davaya konu ilaçla yapılacak tedavinin bilinen mevcut tedavi yöntemlerine göre daha etkin ve daha yararlı olup olmadığının üniversitelerin tıbbi onkoloji bilim dalından alınacak sağlık kurulu raporu ile saptanması,
- Bu saptama yapılırken dosya içinde mevcut görüş, karar ve raporlarda irdelenip varsa çelişkilerin giderilmesi, ayrıca bu belirleme yapılırken iyileştirme kavramından anlaşılması gerekenin sigortalı hastanın sağlığına kavuşması ve hastalığın iyileşmesi hususu olduğu göz önünde tutulmalıdır.
- Bu kapsamda yapılacak araştırmalar sonucunda; davaya konu ilacın anılan hastalığın iyileşmesi için tedavisinde kullanılmasının hayati öneme haiz ve zorunlu olduğu sonucuna varıldığı taktirde ise ilaç bedelinin uygunluğu yönünden ve katkı payını da irdeleyecek biçimde denetime elverişli hesap raporu alınarak sonucuna göre karar verilmelidir.
Özetle şu denmektedir: “İyileşecek mi, iyileşmeyecek mi?” Bu ilaçlarla ilgili davaların bilirkişi raporları “yaşam hakkı” çerçevesinden değerlendirildiği için çok büyük çoğunluğu ilacın SGK tarafından ödenmesi yönünde oluyor. Fakat bu karar sonrası ilk derece mahkemelerin bilirkişi raporlarına rağmen olumlu karar vermeme olasılığı var. Nitekim bir hastanın davasında istinafın kararı Yargıtay kararı ile benzer o da şöyle:
“Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin içtihatlarına göre; davaya konu ilacın söz konusu beyincik erimesi
hastalığının tedavisinde hayati öneme haiz ve
kullanılmasının zorunlu olup olmadığının, dolayısıyla
kullanılmasının tıbben ve fennen sigortalının
iyileşmesine katkıda bulunup bulunmayacağının,
ilacın hangi süreyle hangi dozda kullanılacağının ve bu hususların nasıl belirleneceğinin, üniversitelerin tıbbi çocuk hastalıkları bilim dalından alınacak sağlık kurulu raporu ile saptanmalı, bu saptama yapılırken dosya içinde mevcut görüş, karar ve raporlarda
irdelenip varsa çelişkiler giderilmeli, ayrıca bu
belirleme yapılırken iyileştirme kavramından
anlaşılması gerekenin sigortalı hastanın sağlığına
kavuşması ve hastalığın iyileşmesi hususu olduğu göz önünde tutulmalıdır.”
Bu ve benzeri hastalıkların tedavisinde kullanılan ilaçların fiyatları o kadar yüksek iken hastaların bir de bu ilaçların bedelini geri alamaması olasılığının oluşmuş olmasının dahi bu hastalığa yakalanmış insanlar ve yakınları açısından ne kadar zor bir süreç olduğunu herkesin düşünmesi gerekiyor.
TTB Merkez Konseyi eski üyesi Onkolog Dr. Halis Yerlikaya’nın bu karara tepkisi yazımın başlığını oluşturdu.
“Bizim hangi hastanın iyileşeceğini önceden bilmemize olanak yok. Zaten böyle bir şeyi yapabilsek müneccim olurduk.” Evet, hekimlerin böyle bir durumu söz konusu değil o halde hastaları mağdur etmek yerine SGK bu ilaçları geri ödeme kapsamına alsa da hastalar mahkeme derdinden kurtulsa daha iyi olmaz mı? Halkını mahkeme kapılarında dolandırmak yerine hasta ilacını reçetesiyle SGK güvencesiyle eczanelerden kaygısız bir şekilde alsa bu pozitif durum hasta psikolojisine de olumlu yansımaz mı?
Artık ilaca erişimin önündeki engeller kaldırılmalıdır. Ve bir kez daha tekrar etmek de yarar var: İlaçlar, kaliteli, ucuz ve erişilebilir olmalıdır. Bunu sağlamak da sosyal devlet anlayışına sahip her ülkenin asli görevlerinden biridir. Hem yaşam hakkının hem de sağlık hakkının ise en önemli gereğidir.
Bu yazımı işçi sınıfının sağlık hakkını her alanda
savunan, yıllarca bunun mücadelesini veren, sağlık meslek ve emek örgütlerinin her
kademesinde yer alan yakın zamanda kaybettiğimiz değerli hekim
Metehan Akbulut’a ithaf ediyorum.
Anısına saygıyla…