Geçtiğimiz yıl ilaç-eczacılık hizmetlerinin ve halk sağlığının en büyük problemi ilaç yokları oldu. Görüşü alınan uzmanların açıklamalarında enflasyonist ortam, cam şişe yokluğu, düşük kur, güncellenmeyen ilaç fiyat kararnamesi vs.” gerekçelerini sıkça duyduk. Mikrofon uzatılan herkes ağız birliği etmişçesine sorunu bu sözlerle açıklamaya girişti. Peki bir halk sağlığı sorunu haline dönüşmüş ilaç yoklarını bu sözler yeterince açıklıyor mu? Ya da sorunun bu şekilde tanımlanması asıl söylenmesi gereken şeyleri gözden kaçırmamızı mı sağlıyor?
Bu sözlerin asıl sahipleri kimler dersiniz?
İlaç Endüstrisi İşverenler Sendikası Genel Sekreteri Savaş Malkoç geçtiğimiz aylarda verdiği bir röportajda1 şunları dile getiriyor: “Mevcut ilaç kuru uygulaması nedeniyle, dünya fiyatları ile karşılaştırıldığında ülkemizdeki ilaç fiyatları son derece düşük seviyelerde kalıyor ve bu fiyatlar ihraç pazarlarında bizim karşımıza referans olarak çıkıyor. Dolayısıyla ihraç fiyatlarımız düzenli biçimde düşüyor ve ihraç gelirlerimizin artmasının önünde engel oluşturuyor.” Devamında da yılda birden fazla zam yapılmasını, SGK’ ye yapılan iskontoların kaldırılmasını çözüm olarak önümüze koyuyor. Evet, patronlar kendi kasalarına girecek dolarları tüm ülkenin çıkarıymış gibi gösterip daha fazla ihraç geliri için daha pahalı ilacı savunuyor. Ülkemizde ilacın ucuz olması diğer ülkelere ilaç satarken pahalıya satmalarına engel oluyormuş. Öyle diyor, ilaç sermayesinin patron sendikası.
Görüldüğü üzere bu sözlerin sahipleri kârın kokusuna düşmüş patronlardan başkaları değil. Beceri bu ya kârcı/patroncu bu bakış açısı, görüşü alınan uzmanların açıklamalarında tekrarlanıp durdu tüm sene boyunca. Tüm topluma sorunun kendilerince yazılmış tanımını ve çözümünü dayattı patronlar. Kur düşüktü, şişe pahalıydı, ilaç ondan yoktu. Halk ilaçsız kalabilirdi ama patron kârsız kalamazdı. Oysa 2022 ve 2023’ te kur iki kez güncellendi ve bir sene içinde 7 kez fiyat artışı yaşandı. Doymamış olacaklar ki ilaç yokları artarak devam etti. Bu yaşananların 2024 yılında da süreceğini ön görüyoruz.
Serbest Piyasa Ekonomisi
Tabi bir de yandaş medyada eczacıların ilaç stokladığı yalanıyla toplumu kandırmak yerine ilaç yokluğunun kaynaklarını araştırıp bunu çözmesi gereken basiretsiz bürokratlar var. Birçok farklı kalem uydurarak her geçen gün halka daha fazla ilaç parası ödeten bir sosyal güvenlik anlayışı var. İki ucu kanlı değnek; ilaç zammı gelince yoksul halkın ilaca erişimi zorlanıyor, zam olmadığında yeterince kar edemediğini yakaran sermaye ilacı halktan kaçırıyor. İşte size serbest piyasa ekonomisi.
Oysa sorunun asıl kaynağı da tam da burası: kârları uğruna koca ülkeyi ilaçsız bırakmaktan çekinmeyen patronlar ve onun piyasa düzeni.
100. yaşını geride bıraktığımız cumhuriyetimizin halkçı, bağımsız, devletçi karakteri hasar aldıkça patron sınıfınca kemiriliyor kazanımlarımız. Sermayeye alan açmak için SSK ve Ordu İlaç Fabrikalarının, aşı üretim merkezlerinin kapatılması bunun en bilinen örnekleri.
Her sene daha fazla kutu ilaç satmayı hedefleyebilen, ilacı saklayarak piyasaya vermeyen patronların gayri meşru kâr düzeni sorgulanmalıdır. İlaçsız olmaz ama patronsuz gayet güzel olur. Bütünlüklü bir planın parçası olarak şişe fabrikaları da ilaç fabrikaları da devletleştirilmelidir. İlaçta kârı ortadan kaldırıp ilaç üretiminin kamu eliyle yürütülmesi sağlanmalıdır. Düşük kur teraneleri, pahalı şişe muhabbeti vs. yapısal sorunların özünün üstünü kapatıyor. Halktan ilacı saklayanlar çözümü de gözden kaçırmış oluyorlar. Bize düşense gözden kaçırılanı ortaya sermek, çözümü işaret etmek. Onun için yola çıktık.
Eczacının kaderi, bilimsel emeğinin karşılığı 3 kuruşla değil gerçek bir meslek hakkı ile ödenince özgürleşir ilaç sermayesinden.