Meslek hayatında birçok kez ahlaki anlamda ikilemlerde kaldığımız durumlarla karşılaşmışızdır. Çoğu durumda Deontoloji* bize yol gösterici oluyor ve sıkıştığımız yerlerde sosyal medya sağ olsun fikir alışverişinde bulunmak için meslektaşlarımızla bir araya gelebiliyoruz. Yapabileceğimiz diğer şeyler arasında ahlak-etik çerçevesinde değerlendirebilecek kitap ve filmlere yönelmek, zihin dünyamızda bu konularla haşır neşir olmak yer alıyor. Lars von Trier’in ‘Dogville’ isimli filmi de ahlaki konularda epey düşündüren bir film olmasıyla bu yazının konusu oldu. Yönetmen kendi bakış açısını çok net bir şekilde film sonunda gösterse de ona katılıp katılmamak bize bağlı.
Film, mafyadan kaçan Grace isimli oldukça güzel bir kadının, Dogville isimli ufak bir kasabaya, kasabanın sakinlerinden olan Tom isimli genç bir yazar adayı sayesinde sığınmasıyla başlıyor. Tom, kendine çok sevdiği Dogville halkını daha da ahlaklı yapmak gibi bir görev biçmiş biridir, hatta bu nedenle toplantılar tertipler. Tom, kasaba halkını iyi ve dürüst insanlar olarak görür, onları iyi analiz ettiğini düşünür ancak bunu test etmek ister ve Grace’i bu amaç için bir lütuf gibi görür, planları doğrultusunda Grace’i yönlendirir, toplumsal bir deney yapmaya çalışır.
Başlangıçta Grace’i tehlikeli bulan ve mafyadan korkan kasaba halkı onu saklamak istemese de Grace’e kendisini tanıtması için iki haftalık bir süre verir. Böylece muhtaç birini dışlamamanın verdiği rahatlık ile “hepsi ellerinden geleni ve hatta pek çok insanın yapabileceğinden fazlasını yaptıklarının bilinci içinde aynaya gönül rahatlığıyla bakacaktır.”
Bu iki haftalık süreçte Grace kendini kabul ettirebilmek için, her gün bir saatini Dogville’deki bir evin işlerine yardım ederek geçirecektir. Kasaba halkı başlangıçta bu yardımlara ihtiyaçları olmadığını söyleseler de zamanla Grace’e yer açarlar ve ona yapabileceği işler icat ederler. Grace gerek bir evde kör birine kitap okur, gerek diğer evde çocuklara bakar, gerekse bahçecilik yapar…Daha pek çok işte kasaba halkının yardımcısı olur ve artık kendini sevdirmeyi başarmıştır.
Zamanla kasabaya polisler gelip gitmeye başlar ve her yere Grace’in aranıyor fotoğrafları asılır. Mafya ile polisin birlikte hareket ettiğini düşünen kasaba halkı Grace’i korumak için polise Grace’in orada olduğunu söylemezler, ancak üzerlerinde artan bir baskı oluşur ve doğru söylemediklerinden dolayı suçlu hissederler. Bu nedenle kasaba halkının onu istemeyeceğini düşünen Grace artık gitmesi gerektiğini düşünür ama Tom onu kalması konusunda ikna eder. Ancak Grace’in kalmak için daha çok bedel ödemesi gerektiğini söyler. Grace herkesin evine günde bir defa değil iki defa gitmeyi kabul eder. Üstelik kasaba halkı artık hiç ücret vermeyecektir. Böylece Grace sabahtan akşama kadar sadece karın tokluğuna ve barınakta kalmasına karşılık minnettarlık duygusuyla çalışmaya devam eder. Grace bu ağır çalışma koşullarında doğal olarak bazı ufak tefek hatalar yapar ancak kasaba halkı hiç affedici değildir. Grace başlangıçta verdiği sözleri zamanla değişen koşullara göre revize etmeye çalıştığında ise insanlar onu verdiği sözleri tutmamakla ve nankörlükle suçlar. Herkes Grace’i ihbar etmekle tehdit ederek ondan istediğini almaya çalışır. Tüm bunlara önceden severek yardım ettiği ve dost gördüğü erkeklerin tacizleri eklenir, tacizler yerini tecavüze bırakır. Kasabanın kadınları Grace’i erkeklerini ellerinden almakla suçlarlar. Dogville halkı topluca yaptıkları her suç ortaklığında şu cümleyi kurmaktadır: “Bunu yapmak zorunda kaldığımız için hiç mutlu değiliz.”
Bu noktadan sonra film izlemesi zor bir hal alır ve duygusal açıdan biz izleyiciyi epey zorlar, filme bakmak daha da cesaret ister hale gelir. Grace kendisine yapılan haksızlıklara karşı nedenlerini meşrulaştıran bir tavır içerisindedir. Grace en başından beri hep oldukça düşünceli, iyi niyetli, hoşgörülü, naif ve diğerkamdır. Kendisine sunulan ekmeği çok aç olduğu halde hak etmediğini söyleyerek reddeder mesela ya da kasaba halkı onu istemezse giderken görünmemeyi bile düşünür vicdan azabı çekmemeleri için. Pek çok kez Grace’in ne kadar düşünceli ve merhametli olduğuna şahit oluruz. Grace kendi çıkarı açısından bakmaz olaylara, ne kadar acı çekse de kötülük yapanların sebepleri üzerine yoğunlaşır. Ayrıca Grace’in kötü şeyleri hızla aklından uzaklaştırıp uykuya dalabilme, kötü şeyleri iyiye yorabilme gibi bir özelliği vardır. Bu da onu isyankar bir tutumdan uzak tutar ve koşulları değiştirici olmaya itmez. Oysa Grace’in kendisi kasaba halkı yerinde olsaydı onlar gibi davranır mıydı? İşte bu sorunun cevabını verdiğinde Grace’deki büyük değişime şahit oluyoruz.
Tom karakteri de yaşadığı toplulukla ilgili hayal kırıklıklarına uğrar ancak onlara karşı durmak yerine onlardan biri olmayı seçer. Kasaba halkına kızmadan ve yargılamadan Grace’e yaptıkları anlatıldığında onların birden aydınlanacağını, utanacağını ve iyilikte mertebe atlayacağını zanneder. Oysa bu boynu bükük yüzleştirme kendisini zor duruma düşürmekten başka bir işe yaramaz. Tarafını seçmelidir: Dogville mi Grace mi?
Film; karşılıksız iyilik, kibir, açgözlülük, affetmenin sınırı, insanın zaafları ve eğitimi, yabancının kabulü gibi pek çok konuyu, dünyadan kopuk kapalı bir yer diyebileceğimiz
bir kasaba ortamında ele alıyor.
Yönetmenin kurduğu bu ilkel düzenekte, hukukun ellerinin uzanmadığı Dogville kasabasında her şey kasaba halkının oylamasıyla şekilleniyor, mahkeme ve adalet yok! Dogville’de toplumun ortak değerlerini öğretecek bir eğitim-öğretim okulu yok, sadece kilise var. İnsanların değişimi her zaman kötüye doğru değil, çevresel pek çok faktörün etkisiyle iyiye doğru da gidebilir. Ancak filmim sonunda insanları eğitmenin tek yolunun onlara “köpek gibi davranılması” olduğu söyleniyor. Üstelik, bir köpek gibi nefsine uyanı kimin terbiye edeceğinin cevabını örtük bir şekilde güçlü ve zengin olan gibi gösteriyor film.
Dogville filmi insanlığın bugüne gelene kadar geçirdiği evreleri, medenileşmiş hallerini yok sayıyor ve insanın özüne dair kötüdür diyor. (Tom’un ağzından acı bir deneyim olsa da insan olmak hakkında çok şey öğrendikleri söyleniyor. Grace’in ağzından doğalarına uygun davrandıkları söyleniyor.)
Medeniyetin geldiği noktanın kusursuz olduğunu söylemiyorum, aksine daha alınacak çok yol var. Ama insanın özünün kötü olduğunu iddia eden bir tez dünyayı nasıl ileriye götürebilir ki, aksine pasifizme etmez mi? Dolayısıyla yıkıcı sonun gelmesi önlenemez oluyor. Yönetmenin diğer filmlerinde de gördüğümüz mizontropi (insan sevmeme) bu filmde de kendini gösteriyor ve seyirci kasabanın yıkımını isteyecek şekilde kışkırtılıyor, örneğin filmin sonunda Grace’in intikamını almasıyla rahatlamayan var mıdır? Aynı hissi ben Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Yaban’ını okurken yaşamıştım. Ancak Yaban’da aydınımız tüm köy yok olurken şöyle diyordu:
“Ondan ricam şudur ki, burada bana bir yabancı
muamelesi ettikleri, beni kendilerinden sanmayıp daima manevi bir ezaya mahkum kıldıkları için köylülere bir öfke bağlamasın. Onları, ben küçük bir sığırtmacın ölüsü
başında affettim. Ve bu umumi facia anında hepsine, hatta Salih Ağa’ya bile hakkımı helal ediyorum. Bunların hiçbiri ‘ne yaptığını’ bilmiyor.”
Eğer, bilmiyorlarsa kabahat kimin? Kabahat, benimdir. Kabahat, ey bu satırları heyecanla okuyacak arkadaş; senindir. Sen ve ben onları, yüzyıllardan beri bu yalçın tabiatın göbeğinde, herkesten, her şeyden ve her türlü yaşamak zevkinden yoksun bir avuç kazazede halinde bırakmışız. Açlık, hastalık ve kimsesizlik bunların etrafını çevirmiştir. Ve cehalet denen zifiri karanlık içinde, ruhları, her yanından örülü bir zindanda gibi mahpus kalmıştır.
Bu zavallı insanlardan, sevgi, şefkat ve insanlık namına artık ne bekleyebiliriz? Bu iklimin çoraklığı, ruhlarını kurutmuştur. Bu ıssızlık ve gurbet onlara müthiş bir egoizm dersi vermiştir. Onun için her biri yuvasında bir kunduza dönmüştür”
Her ne kadar film beni güçlü duygularla sarsa da aklım Yakup Kadri’nin Yaban’ının dediklerine katılıyor. Tüm kasaba halkının cezası filmdeki gibi mi olmalıydı? İşte şirazeyi ayarlamak öyle kolay iş değil. Bu nedenle günü kurtaran değil geleceği kuran bir yerden, üzerine düşünmemiz gereken daha çok mevzu olduğu kanaatindeyim.
Filmi izleyecek olanlara şimdiden iyi seyirler dilerim…