2020 yılında 6 bölüm olarak çekilmiş olan belgesel çağımızın şifa arayışına ve bu arayıştaki çarpıklıklara yönelik farklı bir pencere açıyor. Bir Şifa Bağımlısının İtirafları belgeselindeki ana konuşmacı Ela Başak Atakan, kendisini öncelikle bir anne, öğretmen, sinemacı, yazar ve “bağımlı” olarak tanımlıyor. Ben bir şifa bağımlısıyım diyor ve kızı için giriştiği şifa arayışı yolculuğuna izleyiciyi davet ediyor. Bu yolculukta nelere şahit olmuyoruz ki: şamana kurşun döktürme, tarot okutma, nefes terapisi, Kızılderili şifası, kahkaha yogası, MBSR, sülük tedavisi, ozon terapi, manuel terapi, nöral terapi, titreşim tıbbı, kurşun döktürme, aile dizimi…
Ela Başak Atakan, kızının modern tıbbın çare bulamadığı hastalığına şifa aramaya girişmeden önce de ufak ufak burçlar, nazar kovalama, kurşun döktürme gibi şeylerle ilgilendiğini ancak işlerin sarpa sardığı noktaya kızının çözüm bulunamayan hastalığından sonra geldiğini söylüyor. En başta her şey çok masum görünüyordu diyor, evde kendi kendine bitki yetiştirmekten, kendi diş macununu ve deodorantını yapma, musluklara çeşitli filtreler takma vs. gibi sağlıklı yaşam için giriştiği yolda kantarın topuzunun kaçtığını, kendisini bir şifa çorbası içinde bulduğunu, bir yaptığının diğeriyle çelişse bile hepsine şuursuzca ve sorgulamadan sarıldığını, hafiften kafayı sıyırmış olabileceğini büyük bir dürüstlükle itiraf ediyor ve hatta belgeselden önce aynı isimle kitabını bile yazmış. Kitabı yazdıktan sonra bu yaptıklarının son bulacağını zannetmiş ama azaltsa bile hala bazı ritüellerini devam ettirdiğini, kendine engel olamadığını söylüyor. Okumuş bir insan olarak neden böyle şeylere yöneldiğini sorgulayıp cevaplar arıyor. “Siz siz olun benim yaptıklarımı yapmayın!” diye ekliyor. Hem inanıp hem inanmadığını, doğrusu kafasının karışık olduğunu, kendisi gibi pek çok insanın olduğunu söylüyor ve gelin kapalı kapılar ardına bakalım diyor.
Belgesel bu kapıları aralıyor ve o dünyalarda neler olduğunu alanının uzmanları (!) tarafından anlatıyor. Ünlem işareti koyuyorum çünkü aralarında tamamlayıcı-bütüncül-alternatif-geleneksel – holistik tıp uzmanları olduğu gibi, kendi okuduğu bölüm ya da uzmanlık alanı dışında, aldığı birkaç eğitimden sonra insanlara şifa vermeye niyetlenmiş olanlar da var. Örneğin bir opera sanatçısı kendisine medicine woman diyor ve kızılderili yogası gibi şeyler sunuyor. Ya da kendisine iyi gelen şeyi, başkaları da faydalansın diye yapmaya karar vermiş olanlar var. Belgeselin başlığında geçtiği gibi gelin hepsine birden biz de bu yazıda “şifacı” diyelim.
Belgeselde konuşan şifacıları dinlerken fark ettiğim ortak noktaları, birkaç tanesi hariç, ne yapıyor olursa olsunlar, ister masaj ister dans ister titreşim hepsi insanların psikolojilerine, ruhsal sıkıntılarını iyileştirmeye dair vaatlerde bulunuyor. Diğer bir ortak nokta yaptıkları şeyi din ile ilişkilendirmeleri.
Örneğin biyoşamanist olan kişi Arapça dualar okuyor, tarot okuyucu Mikail isimli melekten yardım aldığını söylüyor, astrolog olan kişi bilim değil ilim diyerek dine refere ediyor. Bir başka ortak nokta ise hemen hepsinin cümlelerinin yarım yamalak, anlaşılmaz ya da yuvarlak her yere çekilebilir olması. Gelin aynen alıntıladığım Access Bars uygulayıcısı, kendisini enerji kolaylaştırıcı olarak adlandıran şifacının şu cümlelerine bir bakalım:
“Access bars kafanın etrafında bulunan 32 noktaya belli sıralamalarla hafifçe dokunarak yapılan bir çalışma, dolayısıyla da bilinç altındaki değişimlere izin vermiş oluyorsunuz. Aslında bütün bir hayatı kapsıyor bu 32 nokta; para, kontrol, yaratıcılık, beden, cinsellik, iletişim, zaman gibi başlıklar var. Bunlara belli sıralamalarla dokunuluyor ve olan şey, dokunduğunuzda olan şey yaşamınızda depoladığımız tüm fikirlerimizi bakış açılarımızı serbest bırakmış oluyoruz. Bizim özümüze ait olmayan bakış açılarımızı bıraktıkça daha özünüzden, daha o sınırı olmayan sonsuz varlığımızdan işlemeye başlıyoruz. Ne kadar çok bakış açın varsa… Aslında onlar, bakış açılarınızı tuğlalar gibi düşünebilirsiniz. O tuğlaları kırmaya başlıyorsunuz, kırdıkça da daha fazla parlamaya başlıyorsunuz”
Örneğin burada sanırım bakış açısı derken önyargıları kastediyor, yoksa kişinin kendini inşa etmesi ve bakış açısı geliştirmesi gayet olması gereken bir şey. Ama anlamadığım şey psikoloji biliminin halledebileceği konuları neden kafamızda 32 noktaya temas ettirerek yaptıralım? Ha bir de özümüz ve sınırı olmayan sonsuz varlığımız nedir acaba?
Bu şekilde belgeselde yer alan her şifacının söyledikleri tek tek objektife alınıp didik didik incelenebilir ve eleştirilebilir. Çünkü bariz şekilde yanlış bilgileri bilimselmiş gibi sunanlar var aralarında. Ama meseleye daha genel bir perspektiften yaklaşmak istiyorum.
İnsanların her geçen gün bu tarz şeylere taleplerinin artmasının nedeni ne? Belgeselde yer alan klinik psikolog, nörolog, tıp tarihçisi ve şifa bağımlımız Ela Başak Atakan bu soruya çeşitli cevaplar veriyorlar: çaresizlik duygusu, plasebo etkisinin abartılması, rasyonalize etme(ussallaştırma), insanın belirsizliğe tahammülsüzlüğü ve geleceğini bilmek istemesi, modern tıbbın yetersizlikleri, ölüm kaygısıyla baş etme şekilleri…
Belgeselin hiç girmediği bir konu olan kapitalizmde, her geçen gün çetinleşen yaşam mücadelesi, performans beklentisi, uzun çalışma saatleri bizleri yalnızlaştırıyor olabilir mi? Tek başına çözmemizin mümkün olmadığı ve mücadele gerektiren şeylerdense bireysel mutluluğumuzdan çok şey bekliyor olabilir miyiz? Beden ve ruh sağlığımızı kaybetmemizin tek sorumlusu bizler miyiz? Belgeselde akupunktur, fitoterapi, ozon terapi uzmanı olan bir hekim, yoğun çalışan iş insanlarından enerjilerini artırmak için gelenlerin çok yoğun olduğunu söylüyor. Günü kurtarmaya çalışmak yerine neden dönüştürücü olmayı seçmiyoruz? Evet bazı şeylere ses çıkarmanın çok daha zor ve bedeli olduğu aşikar, ama şifacıya gitmenin çözüm olmadığını da kabul etmek gerekmiyor mu? Bireysel kurtuluş(!) yöntemleri yerine toplumcu bir bakış açısı geliştirmek zorundayız.
Belgeseldeki şifacılardan bazılarının konuşmalarında “Gelin bir kere tecrübe edin, deneyin!” gibi cümleler geçiyor. Gündelik hayatta bunun “Ne zararı olacak ki, mutlaka denemelisin!” dayatmasına döndüğünü söylemek abartı olmaz. Özellikle bu işlerden para kazanan birine derdinizi sıkıntınızı samimiyetle açtığınızda, sizin iyiliğinizi düşündükleri için kendi yaptıklarını pazarlamalarını arkadaşlık bağını epey zedeleyici buluyorum. (bknz: şarlatanlık) Peki gerçekten de şifacılara gitmek zararsız mı? Belgesel şifa arayışındaki sapmaları eleştirir bir pozisyonda bu soruya cevap veriyor. Tıp tarihçisi Fatih Artvinli, modern tıbba gelen eleştirilerin diğer alternatif, bütüncül vs. olanlara gelmediğini çünkü modern tıbbın hesap sorulabilir (malpraktis davaları) ve hesap verme yükümlülüğü olduğunu, kontrol edilebildiğini söylüyor. Modern tıp dışındaki uygulamaların zararsız olduğu fikrinin yanılsama olduğunu, geri dönüş raporlarının tutulmadığını, sistematiksiz ilerlediğini, uzun vadeli etkilerini ve yan etkilerinin iyi dokümante edilmediğini söylüyor. Modern tıp dışı uygulamaların olumlu yönlerinin kulaktan kulağı yayılıp olumsuz yönlerinin halı altına süpürüldüğünü söylüyor.
Şifa kelimesinin anlamına baktığımızda hastalıklardan kurtulma, iyileşme anlamına geldiğini görüyoruz. (1) Diğer yandan dini sözlüklerde dini, ahlaki ve bedeni hastalıkların tedavisi ve ilacı olarak geçtiğini, tevekkül ile ilişkilendirildiğini görüyoruz. (2) Yazı boyunca şifacılara giden kesimi kafamızda canlandırmaya çalıştığımızda aklımıza ilk beyaz yakalı, dini hayatını gündelik hayatına yansıtmayan seküler diyebileceğimiz bir kesim mi geliyor yoksa dinine göre yaşamaya çalışan ama üfürükçülerden medet uman bir kesim mi? Belgeseli izlediğinizde ilk bahsettiğim kesimi ele aldığını fark edeceksiniz. Aslında her iki kesimin de ortak yanı dünyaya metafizik bir bakış açısıyla bakmaları ve şifa arayışlarında kendilerini umut tacirliği yapanların ellerinde bulmaları, bu uğurda paralar harcamaları. Belgeselin bir kısmında Ela Başak Atakan kullandığı ilacımsı şeyleri ortaya döküp gösterdiğinde bir eczacı olarak epey ilgimi çekti ve üzülerek izledim. Farmakolojik olarak hiçbir etkisi olmayan ürünler gözlerimin önünden aktı geçti.
Sağlık okuryazarlığının her geçen gün geri bırakıldığı bir toplumda ne yazık ki kötü niyetli kişiler tarafından bu boşluğun suistimal edildiğine şahit oluyoruz. Parası olan yapsın, anlık olarak iyi gelse bile yeter, o faydasız ürünü alsa bile tatmin oluyor vs. gibi savunmaların büyük etik çöküşlere neden olacağını düşünüyorum.
Şimdi tüm iyi niyetlerimizi bir kenara bırakıp dünyaya sorgulayıcı gözlerle bakma vakti.