Bir insanın ağrısını dindirebilmek, güvenle gülümsemesini sağlayabilmek, bir yarayı ya da hastalığı aklım ve emeğimle iyileştirebilmek benim her sabah yataktan kalkıp muayenehaneye gitmek için en büyük motivasyonlarım oldu. Benim için bunların, hastanın kim olduğundan bağımsız olarak, bir değeri vardı. Ama artık meslekte 7. yılım ve hastanın ‘’kim olduğu’‘ önemliymiş. Siz unutsanız parçası olduğunuz çalışma düzeni unutmuyor bunu, yeni yeni anlıyorum.
AAPD
Amerikan Pediatrik Diş Hekimliği Akademisi (AAPD) çürük riski tayin formlarında bir güncelleme ile 5 yaşın altında bir çocuğun yeni bir göçmen olmasını ve düşük sosyoekonomik düzeyde olmasını yüksek risk grubunda değerlendiriyor.
Aslında 9 sene önce stajyer bir Diş Hekimi olduğum zamanlarda fark etmiştim ama bireysel çabamla düzeltebileceğime inanmıştım. Fakültenin önündeki tartıcı çocuk, dişinin ağrıdığını söylemişti, tahminimce 9-10 yaşlarındaydı. Ben sorunun ne olduğunu anlamak için röntgen almak ve muayene etmek istemiştim ama sigortası olmadığı için kabul edilmemişti. Ağrı ile kaldı. Bu durum hala canımı sıkıyor. Aynı yıl Çocuk Diş Hekimliği branşında staj yaptığımda bir anneye çocuğuna diş fırçası alması gerektiğini söylediğimde ”Bundan görürse diğer kardeşleri de ister.” diye almak istememesinin, Suriye politikamızın Ahmet Davutoğlu’na emanet olduğu dönem gelen mülteci akını ile kalabalık devlet okullarından başvurarak el – ayak- ağız hastalığı vakalarının canımı sıktığı gibi…
“Önce çocuğun borcu bitsin.”
Amerikan Pediatrik Diş Hekimliği Akademisi (AAPD) çürük riski tayin formlarında bir güncelleme ile 5 yaşın altında bir çocuğun yeni bir göçmen olmasını ve düşük sosyoekonomik düzeyde olmasını yüksek risk grubunda değerlendiriyor. Özel bakım gerektiren bireylerin bu tabloda orta risk grubunda olduğunu düşünürsek durumu daha kolay açıklayabileceğimi düşünüyorum. Bir çocuğun yoksul bir ailede doğması sadece tedaviye erişebilirliğini düşürmüyor, aynı zamanda hastalanabilirliğini de artırıyor. Göçmen olmak, oral hijyen ürünlerine erişememek, koruyucu diş hekimliği uygulamalarından mahrum kalmak, karyonejik (çürük yapıcı) işlenmiş karbonhidrat ağırlıklı beslenmek gibi etkenler durumu kötüleştiriyor ve neticede tedavi olacak bütçeye zaten sahip olmayan bir aile ya aylarca sıra bekleyerek devlet hastanelerinde şifa bulmaya ya da özel kliniklere bütçe ayırmaya çalışıyor. Canı acıyan bir çocuğu muayene edip o acıyı dindirmek karşılığında aileye bir fiyat söylemek zaten zor iken bir de başka seçenekleri olmadığını bilmek hekim için de bir o kadar ağır bir psikoloji yaratıyor. Bu seçeneksizliğe rağmen canının acısı ve ne olacağına dair endişesi gözlerinden okunan bir çocuğun ailesi ödemeyi yapamayacağı için tedavi koltuğunuzdan kaldırılıp götürülmesi…
Kendi hayatımda övünebileceğim tek bir şey yaptıysam o da hiçbir gün ağrısı olan bir çocuğu tedavi etmek için ailesiyle para hakkında konuşmamış olmaktır. Yine de bireysel çabamla her şeyi aşabildiğimi söylemiyorum. Ailesi ücreti karşılayamadığı için gülerken çapraşık dişlerini göstermemek için uğraşan birçok ergen çocuk ortodonti muayenelerimizden sonra, çok istediğini bildiğim halde tedaviye başlayamadı; gülüşlerini dudakları ile gizlemeye ve gülerken başını eğmeye devam etti. Elinden gelen tüm özveri ile çocuğunu tedavi ettirmeyi başaran ebeveynlerden bazıları tedavi sonunda teşekkür edip gülümsediklerinde aslında onların da tedavi olması gerektiğini gördüğüm oluyordu.

Biraz sohbet ettiğimizde sıkça duyduğum: “Hocam ben de gelmek istiyorum ama… Neyse önce çocuğun borcu bitsin.”
Kâr odaklılık…
Yani yoksul yetişkinler için de durum çok iyi değil. Türk Dişhekimleri Birliği’nin verisine göre 2016 yılında Türkiye’de yıllık diş macunu kullanım miktarı 89 ml. Ortalama bir Avrupa ülkesinde ise yıllık 350 ml. Sürekli artan enflasyon karşısında ben hastalarıma macun, fırça ve diş ipi gibi temel hijyen ürünlerini önerirken indirimli ve ihtiyaca yönelik olanları önceden belirliyorum ama artık hiçbirine fiyatı uygun diyemiyorum. O yüzden 2023 yılına ait veriler olsaydı 2016 yılından daha iyi olacağını düşünmüyorum. Türk Diş Hekimleri Birliği senelerdir koruyucu uygulamaların girişimsel uygulamalardan daha düşük maliyetli olduğunu örneklerle anlatıyor. Bir çürüğün oluşmasını engellemek için yapılması gereken çalışma ve tedavi planı devlete bir kanal tedavisi yapmaktan ya da kayıp bir dişi yerine koymaktan çok daha az masraf çıkarıyor. Üstelik koruyucu uygulamalara erişim artarsa hekimin iş yükü azalacağından zorunlu girişimsel işlemlere düşen süre de artabilir. Belki bu bütçe ve zaman geriatrik hastaların tedavisinde beklenen sıranın süresini kısaltabilir ve fakülte hastanelerinde protez bölümündeki sekreterler 5 yıl önce sıra almış hastaları aradığında aslında hastanın 2 yıl önce vefat ettiğini öğrenip baş sağlığı dilemek durumunda kalmaz. Ben Türkiye’de Diş Hekimi olduğum için buradan yola çıkarak yazıyorum ama bu durum Türkiye’ye has değil. Kısa bir süredir ”sağlık turizmi” için Türkiye’ye gelen insanları tedavi ediyorum. Otel, spa, ulaşım, diş tedavisi ve göz kapağı estetiğini ya da belki saç ekimini birlikte satın alabileceğiniz paketler ile geliyorlar ve kendi ülkelerinde ödeyecekleri fiyatın yirmide birine diş tedavilerini yaptırıyorlar. Kendi ülkelerindeki tedavi masraflarını ödemeleri mümkün olmadığı için daha önce hiç bilmedikleri bir ülkeye gelip, tedirgin gözlerle etrafı inceleyip kendi aramızda Türkçe konuşmalarımızı dikkatle dinliyorlar. BBC’de son dönemde iyice sıklaşan haberlerde gördükleri Türkiye’de ameliyat olup komplikasyon sarmalına giren insanlarla ilgili haberleri düşündüklerini zannediyorum. Hepsinin tek umudu binlerce kilometre uzaktaki evlerine döndükten sonra bir sorunla karşılaşmamak. Tedavi olmak için bu kadar yol gelmeleri gerektiği için onlara üzülsem de ülkemizin hekimlerinin emeğini bu kadar ucuza satın almanın kurnazca bir yanı olduğunu düşününce meslektaşlarıma daha çok üzülüyorum. Bu insanlardan daha fazla yol gitse bile tedavi olacak bütçeye sahip olacağı bir ülke bulamayacağını düşününce ise en çok kendi ülkemin yoksul halkına üzülüyorum. Bu durumun bize has olmadığını da fark ediyorum. İtalyanların Arnavutluk’ta diş tedavisi olduğunu görmüştüm. Arnavut garson arkadaşım dişleri çapraşık olduğu için gülerken ağzını eliyle kapatıyordu. Yani ”gelişmiş” ülkelerin yoksul vatandaşları bizim gibi kriz ülkelerinde tedavi görürken bizim gibi ülkelerin yoksul vatandaşları tedavi de göremiyor. Benim bireysel mesleki yolculuğum aslında hekimliğin tarihinden bağımsız değil. Hekimliğin tarihine bakarsak sınıflı toplumların ortaya çıkışı ile köle sahiplerinin sağlık bilgisi olanları kendi himayesi altına alarak kendileri için sağlık hizmeti üretmelerini sağladıklarını görebiliriz. Feodal toplumlarda da döneme bağlı olarak otorite figürleri değişse de (kilise, kraliyet, padişah ya da halifeler) iyileştirici kişileri otoritenin himayesi altına alma geleneği devam ediyor. Hatta zaman zaman kilise doğrudan hekimlik misyonunu üstleniyor.

Nihayetinde kapitalizme geldiğimizde ise yüzyıllardır egemen sınıfın himayesinde, onların ayrıcalığı olmaktan daha beter bir sonla karşılaşıyoruz: Kâr odaklılık.
“Toplumcu Tıp, Sovyetler Birliği Deneyimi”
Sağlık hakkı ile yoksul halk arasındaki mesafenin git gide açıldığı bu yolculukta bu hakkı tek başına elde etmek mümkün görünmüyor. Bu durum Dr. M. Akif Akalın’ın “Toplumcu Tıp, Sovyetler Birliği Deneyimi” kitabının son sözünde güzelce özetleniyor: ”Bu çalışmada insanın sınıf mücadelesinin “dışında”, nötr bir alan olarak görmek veya algılamak eğiliminde oldukları tıp alanının, aslında planlanmasından, örgütlenmesine; finansmanından, sunumuna; eğitiminden, gündelik tıbbi uygulamalara kadar her noktada sınıf mücadelesinin bir konusu olduğu sergilenmeye çalışılmıştır. Tıp eğitiminde bir dersin müfredatta yer alıp almamasından, bu derse ne kadar yer verildiğine, nasıl işlendiğine kadar en küçük detaylarda dahi -bilinçli ya da bilinçsiz- sınıfsal bir tercih yapılmaktadır. Aynı durum her bir sağlık hizmeti için de geçerlidir. Biz farkında olsak da olmasak da tıp fakültelerinde fakülte kurullarının, akademik kurulların aldıkları her karar, Sağlık Bakanlığı tarafından yayınlanan her genelge, Sosyal Güvenlik Kurumu’nun yayınladığı her Sağlık Uygulama Tebliği, tıbbın belirli sınıflar lehine örgütlenmesine ve uygulanmasına hizmet etmekte, bunlardan toplumun belirli kesimleri yarar sağlarken, diğerleri zarar görmektedir.”
Sovyetler Birliğinde eşit sağlık hakkıyla ilgili çalışmalar başladığında bundan önce en son sınıfsız toplumlarda tedavi bilgisi herkes için eş miktarda erişilebilirdi ki üstünden 4000 yıldan fazla zaman geçmişti. Şimdi tarihin ışığında toplumun her kesimi için sağlık hakkının erişilebilirliğini sağlamanın mümkün olduğunu daha iyi biliyoruz. Elbette sınıf mücadelesinden bağımsız olarak bunu kazanmanın mümkün olmadığını da…
“…insanın sınıf mücadelesinin “dışında”, nötr bir alan olarak görmek veya algılamak eğiliminde oldukları tıp alanının, aslında planlanmasından, örgütlenmesine; finansmanından, sunumuna; eğitiminden, gündelik tıbbi uygulamalara kadar her noktada sınıf mücadelesinin bir konusu olduğu…”
Dr. M. Akif Akalın