Türkiye’de demokratik meslek örgütleri, tarihsel olarak yalnızca mesleki hakların değil, aynı zamanda toplumsal hakların da savunucusu olageldi. Ne var ki yıllardır, bu tarihsel misyonun tam tersi bir çizgi güç kazanıyor: “meslekçilik”. Yani yalnızca dar anlamda meslek sorunlarına sıkışmayı, toplumsal sorunlara karşı suskun kalmayı erdem sayan, “tarafsız” görünmeye çalışırken aslında iktidarın çizdiği sınırların dışına çıkmamayı garanti eden bir anlayış.
Meslekçiliğin Gerçek Yüzü
Meslekçilik kendisini “tarafsızlık”, “denge”, “kapsayıcılık” gibi kavramlarla meşrulaştırıyor. Ama bu görünüşün ardında aslında gizli bir sağcılık var:
• Toplumsal meselelerde suskunluk, iktidara sessiz destek anlamına geliyor.
• “Biz sadece mesleğimizle ilgileniyoruz” denildiğinde, ülkenin içinde bulunduğu otoriterleşme sürecine, faşizmin normalleşmesine ortak olunuyor.
• “Herkesi kucaklıyoruz” diyerek, hiçbir etik-politik hat kurmamak, meslek örgütünü etkisiz ve işlevsiz hale getiriyor.
Bugün toplumun dört bir yanı yangın yeri. İşsizlik, yoksulluk, şiddet, adaletsizlik her yeri sarmış durumda. Meslek örgütlerinin “biz bu konularla ilgilenmeyiz” diyerek kendisini kabuğa kapatması, aslında otoriter iktidarın istediği sessizlik ortamını örgütlemekten başka bir işe yaramıyor.
Kişisel Hesaplar ve Kariyerizm
Yıllardır aynı ekipte yer alanların, bir gün “yönetim tarzı” bahanesiyle ayrılıp yeni listeler kurduğunu görüyoruz. Ama çoğu zaman bu ayrışmaların ardında politik/programatik farklar değil, kişisel hesaplaşmalar, koltuk kavgaları ve kariyerist beklentiler var. Bu da seçim süreçlerini içeriksiz hale getiriyor.
Asıl sorulması gereken sorular şunlardır:
• Neyi değiştirmek istiyorsunuz?
• Neyi farklı yapacaksınız?
• Nasıl bir mücadele hattı kuruyorsunuz?
Bu sorulara yanıt vermeyen her adaylık, yalnızca koltuk paylaşımıdır.
Bürokratik Kapı Turlarıyla Olmaz
Bugün birçok aday, “şu milletvekilini ziyaret ettik, yarın SGK müdürüne uğrayacağız, öbür gün sağlık müdürüyle görüşeceğiz” diyerek faaliyet raporu sunuyor. Oysa sadece bürokratik kapıları aşındırmakla, fotoğraf çektirip paylaşmakla, kurumlar arası nezaket turları yapmakla hiçbir kazanım elde edilmiyor.
Aynı şekilde, yıllardır lüks otellerde yapılan, “mesleğimizin geleceği” başlıklı ama klişe cümlelerin tekrarlandığı kongre ve çalıştayların da somut bir sonuç üretmediğini gördük. Eğer üretebilseydi, on yıllardır önemli kazanımlar elde edilmiş olurdu.
Asıl İhtiyaç: Program ve Hat
Eğer bu seçimde de yalnızca listelerin adı değişecekse, hiçbir şey değişmeyecek demektir. Esas ihtiyaç şudur:
• Mücadeleci bir program: Mesleki haklarla toplumsal hakların bağını kuran, meslek örgütünü demokratik toplum mücadelesinin bir parçası haline getiren bir program.
• Emekten ve halktan yana bir hat: İktidara mesafe koyan, emek-meslek örgütleriyle dayanışmayı güçlendiren, toplumun ezilen kesimleriyle yan yana duran bir çizgi.
• Örgütleyici bir irade: Üyelerini yalnızca aidat veren pasif figürler olarak görmeyen, onları gerçekten harekete geçiren, birlikte düşünen, birlikte üreten bir örgütlenme anlayışı.
Sorulması Gereken Asıl Soru
Yalnızca yönetenlerin isimleri mi değişecek, yoksa yönetim anlayışı ve mücadele hattı da değişecek mi?
Eğer sadece isimler değişirse, sonuç yine aynı olur: etkisiz, sessiz, edilgen meslek örgütleri.
Ama eğer yönetim anlayışı ve mücadele hattı değişirse, meslek örgütleri yeniden gerçek gücüne kavuşabilir:
• Toplumsal adaletin,
• Mesleki onurun,
• Demokratik yaşamın savunucusu bir güç olarak.
Sonuç: Değişim İradesi Şart
Bugün asıl ihtiyaç, adı değişen listeler değil; yeni bir iradedir. Suskunluğu değil sözü, pasifliği değil mücadeleyi, iktidara yakınlığı değil halkın yanında olmayı tercih eden bir irade.
Meslek örgütlerinde değişim ancak bu şekilde mümkün olur. Aksi halde seçimler, yalnızca koltukların el değiştirmesinden ibaret kalır.




