Çocukluğum yoksul bir Alevi mahallesinde geçti. Yeter Teyze’yi o mahalleden çocukluğumdan tanırım.
Mahalle’deki namı ise “Deli Yeter” idi.
Bizim sokağın üst ucunu kesen sokakta oturuyordu, birkaç ineği vardı. Herkes sütünü, peynirini, yoğurdunu ondan alırdı.
“Deli Yeter” ya da Yeter Teyze kendi kendine çok konuşurdu: “Muhammed, Ali, Hacıbektaşım çarpsın, eşşekler kovalasın” diye başlıyordu her lafı…
Yemin mi ediyor, beddua mı, kızıyor mu anlamazdım.
Çocukken komik gelirdi. Kızgın gibi gelen ifadeleri hemen bir gülümsemeye bırakıyordu yerini. Ortaokul 2’ye başlarken eski mahalleden ayrılsak da eczaneyi açtığımdan beri bir işi düştüğünde uğrar. Beni hala dedem Yüncü Hasan Çavuş’un oğlu ya da babam sanıyor, bilmiyorum. Babasını aşamayan herkes babasına benziyordu en fazla zaten, çok da önemi yok…
Yeter Teyze’yi hep sevmişimdir. Küçükken çileli ama içten bir “deli” olarak görüyordum onu. Benim ilk tanıdığım “deli” o olduğundan delilere karşı hep bir sempati beslemişimdir.
Hastaların arka plandaki hikayesine merak sarmış biri olarak onu “Deli Yeter” yapan hikayeyi hep merak etmişimdir. Hala öğrenebilmiş değilim gerçi…
Sonuncu olması istenen çocuklara verilen bir adla dünyaya geldiğine göre çocukluğu da parlak geçmemiş olabilir.
Ama kendi çocukları da vardı.
Bunlardan birini geçtiğimiz yıllarda kaybettikten sonra çok üzüldüğünü, kaybedişin acısını yaşadığını ve özlem dolu sözler sarf ettiğini hatırlıyorum.
“Deliler” üzülür mü, acı çeker mi, özler miydi ki…
“Deliler” insan mıydı ki…
Serol Teber, Açık Radyo’daki o meşhur Didik Didik Freud programında şöyle diyordu 2004 yılında:
“Aydınlanma sonrası dönemde Orta Çağ boyunca günahkar denen insana aydınlanma bu kez “çılgın”, “deli” demeye başlamış; evvelden engizisyon mahkemeleri bunu yakarken, aydınlanma dönemi sağolsun biraz ileri gidip bunları psikiyatri kliniklerine kapatmaya başlamış… Arada değişen çok fazla bir şey var mı, yok mu tartışma konusu belki…”
Yeter Teyze az önce yine geldi eczaneye…
Hal hatır sordum, başladı yine “Muhammed, Ali, Hacıbektaşım çarpsın, eşşekler kovalasın, iyiyim yavrum.”
Köylerinden eczaneye gelen çocukların evlerinde belki hiç basılı fotoğrafları yoktur diye fotoğraflarını çeker, yazıcıdan çıktı alıp veririm.
Bu sefer aklıma düştü:
“Yeter Teyzeee, evde hiç fotoğrafın var mı senin?”
Şaşırdı, gülümsedi masumca birden “Çok eskiden vardı oğlum.”
“Dur o zaman, bir poz ver de çekeyim bir tane!”
Karşılıklı gülümsedik, birçoğumuzdan daha içten bir poz verişe hazırlanırken, “dur dur!”
“Noldu, Yeter Teyze?”
“Veli’mi çok özledim, onla beraber çek bizi…”
Koynundaki ufak bir çantanın içinden kaybettiği oğlu Veli’nin fotoğrafını çıkardı..
Dijital deklanşöre basarken gözüm doldu.
Zihnimde Ortaçgil’in şarkısı çaldı:
“Hmmm biri anlatsın hemen! Nedir bu normal?
Hmmm canım sıkıldı, yoksa ben miyim anormal?”
Sosyal medyada hepimizin önüne her geçen gün daha çok düşen akıldışı açıklamalarıyla sağlığımız hakkında ahkam kesen müptezeller geldi aklıma.
İnsanların sağlıklarını bozacak bu ifadeleri söyleyenlere “deli ya bunlar!” deyip geçer olduk, kanıksadık. Sağlık okur yazarlığı geri bırakılmış toplumumuzda kimileriyse bu insanlara inanıp sağlıklarını yitirmeye devam ediyor. Yeter Teyze’ye baktıkça bu açıklamaları yapan ve yayan (bir kısmı parasını verip muhalif olduğunu söyleyen ekranlara bile çıkabiliyor) şarlatanlara deli denemeyeceğini çok iyi biliyordum.
Oytun’undan Canan’ına, Ümit’ine…
Çıkar amacıyla bile isteye insanlara yalanlar uydurarak onların sağlığını bozanlar deli değilse neydiler?
Zihnimde Ortaçgil’in şarkısı çaldı:
“Hmmm biri anlatsın hemen! Nedir bu normal?
Hmmm canım sıkıldı, yoksa ben miyim anormal?”