Takvimler 28 Mart 2020’yi gösteriyordu. Pandemi dönemi, bir cuma akşamı nöbetten çıkmış, sedyede kestirebildiğim kadar bir uykuyla cumartesi gündüz nöbetine devam ediyordum. Akşamdan beri içimde hissettiğim bir huzursuzluk vardı. Sabah nöbete devam etmeye çalışırken fazlaca yorgun ve halsiz hissediyordum kendimi. İnsanlar bana seslendiğinde fark etmiyor ve konuşulanları anlamakta zorlanıyordum. Pandemi tedbirlerinden dolayı hastalardan kapıda reçetelerini alıp ilaçlarını hazırladıktan sonra kapıda teslim ediyorduk. Öğle saatlerine doğru bir hastadan reçetesini aldım ve sonrası koskocaman bir boşluk…
Gözümü açtığımda bir sedyede tomografiye götürülüyordum ve her yerim morluk içerisindeydi. Devamı ise kesit kesit… Aradan bazı anları hatırlayabiliyorum. Hastanedeki odama götürüldüğümde belden aşağım tutmuyordu. Bana ne olduğunu anlayabilmiş değildim. Biraz toparlandıktan sonra bayıldığımı ve sonrasında kriz geçirdiğimi söylediler. Türkiye’deki ilk COVID vakası birkaç hafta önce görüldüğü için şüpheli olarak görülüyordum. Enfeksiyon hastalıkları uzmanı, beyin cerrahı, nörolog ve dahiliye uzmanı kontrolünde tutuluyordum. Biraz kendime geldikten sonra eczanemin kamerasından bana ne olduğuna bakmak aklıma gelebilmişti. Kamerada gördüklerim fakülte sıralarında öğrendiğimiz epilepsi krizinin aynısıydı. Birden yere düşüyor ve kontrolsüzce kasılıyordum. Hastanede üzülmemem için bana yeterli bilgi paylaşmıyorlardı ama aklıma E-Nabız sistemi üzerinden tedavime ulaşmak geldi. Buradan geçirdiğim kriz anında kafamı çarpmam sonucunda ufak bir beyin kanaması geçirdiğimi, antiviral, antibiyotik ve antiepileptik tedavi aldığımı öğrendim.
Birkaç gün hastane yatışından sonra yapılan ek tetkikler ve gözlemle geçen 6 ayın sonucunda teşhisimi alabilmiştim. Ben Juvenil Miyoklonik Epilepsi hastasıydım. Hayatımın bundan sonrasını bu teşhisle geçirmek zorundaydım. Bir süre araba kullanmam yasaklanmıştı. Dikkat etmem gereken pek çok husus vardı. Artık fazla yorulmak, uzun süre aç kalmak, uykusuz kalmak, strese girmek yasaklanmıştı. Hayatta hiçbir zaman meraklısı olmadığım ekstrem sporların yasaklanmasına dahi üzülüyordum.
Öyle bir psikolojideydim ki elinden oyuncağı alınmış bir çocuk gibi gözleri dolu dolu geziyordum.
Çevremdeki çoğu insan toplumdan izole olmamam için bu hastalığa sahip olduğumu söylemememi tembihliyorlardı. Ben toplumdan izole olması gereken bir insan mıydım? İnsanlar bana bundan sonra acıyacaklar mıydı? İnsanlar benden kaçacaklar mıydı? Her zaman tetikte bir hayat mı yaşamalıydım? Bu düşünceler beni bir süre kendimle kalmaya sürükledi. İşe gelip gitmek dışında fazla sosyalleşmiyordum. Pandemiden dolayı zaten herkes evindeydi. Sürekli evde oturmanın aslında kötü bir şey olduğunu anlamam biraz zamanımı aldı. Ben bunu anlayana kadar çoktan depresyona girmiştim bile. Bir süre kendi başıma çabaladım bu umutsuzluk girdabından kurtulmaya, fakat kendi kendime yetebilecek noktayı çoktan geçmiştim.
En sonunda yardım almaya karar verdim. Psikiyatriye gitmek bunun ilk aşamasıydı. Burada da yeni bir çıkmaz meydana geliyordu. Psikiyatristim koyduğu orta derece depresyon teşhisinden kurtulabilmem için antidepresan kullanmamı istiyordu fakat antidepresanlar epilepsi nöbeti eşiğini düşürüyorlardı. Korkularımdan bahsettiğimde yarı dozda tedaviye devam etmeye ve terapi eşliğinde ilerlemeye karar verdik. Hala daha devam etmekte olduğum bu görüşmeler bana çok iyi geliyordu. Bir süre sonra içinde bulunduğum durumla barıştım.
Artık hiç kimseden çekinmeden “Ben epilepsi hastasıyım!” diyebiliyorum. Kendimi hiçbir şeyden geri bırakmıyorum. Düzenli olarak spor yapıyorum. Gezmek istediğim yerlere seyahatlerde bulunuyorum ve rahatlıkla eczane nöbetlerimi de tutabiliyorum. Bu hastalık hayatında neyi değiştirdi diye soracak olursanız da rahatlıkla şunu söyleyebilirim; artık beni üzen, kıran, yenilerin tabiriyle “toksik insanlardan” uzakta duruyorum.
Herhangi bir rahatsızlığınız olsun olmasın sizlere tavsiyem hayatınızda sizi üzen hiç kimseye yer vermeyin. Çünkü hayat size ruhen yük olan insanları çekmek için çok kısa ve bu kısa vakit dolu dolu yaşanmaya değer.
İnsanların kafalarındaki önyargılar, hakkınızda ne düşündükleri sizi değil, sadece bunu düşünen kişiyi ilgilendirir. Siz de benzer süreçlerden geçiyorsanız yardım almaktan çekinmeyin ve kendinizi hastalık etiketleriyle tanımlamayın. Sizi siz olduğunuz için seven insanlarla olun ve sevdiğiniz işlerle uğraşın. Zamanla göreceksiniz ki bedeniniz de ruhunuz iyileştikçe daha iyi olacak…
26 Mart Dünya Epilepsi Farkındalık Günü, toplumu epilepsiye karşı bilinçlendirmek ve epilepsili bireyleri topluma kazandırmak için mor renk ile sembolize ediliyor.