Farkında olarak ya da olmayarak sabote ettiğimiz bir günümüz var. İlk mesele günün adını koymakla başlıyor. “Dünya Kadınlar Günü” mü? “Emekçi Kadınlar Günü” mü? Bir bakmışsınız ki “emekçi” demediğiniz için kadınlar gününüz kabul olmamış. Dünya Kadınlar- Emekçi Kadınlar Günü ayrımının yanında bir de 8 Mart anma günüdür-kutlama günüdür ayrımı var.
Ben bir kadın olarak yıllarca 8 Mart’ta ne yapacağımı bilemedim. Bazıları her kadının günü değil sadece emekçi kadınların günü diyordu. Emekçi kadın tam olarak kimdi? Öğrenci kadın, ofiste çalışan kadın, kendi işinin patronu kadın bu gruptan sayılıyor muydu? “Ev hanımı” kadının görünmeyen ev içi emeği de dahil edilmiş miydi? Zaten her kadın emekçi değil miydi? Sermayedar kadınların cinsiyet eşitsizliği konusunda hiçbir problemi yok muydu? Kadın olmaktan gelen bir ortak nokta yok muydu da birileri kadınlar gününden dışlanmıştı?
Bugünü kutlayanlara birileri yine “ bu neşeli bir kutlama günü değil yalnız, anma günü” diyordu. Kadınlar olarak ölmüştük de 8 Mart bizim yasla geçireceğimiz ölüm yıldönümümüz müydü? Sokaklara çıkıp isyan mı etmeliydik? Yoksa şarkılar mı söylemeliydik?
Ben tarihsel bağlamında 8 Mart’ın hikayesini anlatayım, sonra hangi ismi kullanmak isteyeceğinize ve nasıl kutlayacağınıza siz karar verin.
8 Mart’ın tarihi
8 Mart’ın nasıl ortaya çıktığına dair farklı kaynaklarda birkaç farklı anlatı var. İlk hikaye; 8 Mart 1857’de New York’taki bir dokuma fabrikasında çalışan çoğu kadından oluşan 40 bin işçinin, insanlık dışı çalışma koşullarına karşı ayaklanmalarının ardından polisin sert müdahaleyle işçileri fabrikaya kilitlediğini, o sırada çıkan bir yangının kilitli kalmış 120 kadın işçinin yanarak can vermesine sebep olduğunu anlatır.
Bazı kaynaklarda 8 Mart 1908 tarihinde gerçekleşen bir grev anlatısını da görebilirsiniz. Bu grevin hem geçmişte yaşanmış yangında yaşamını yitiren kadın işçileri anmak hem de süregelen kötü çalışma koşullarını protesto etmek adına gerçekleştiği ifade ediliyor.
Bazı kaynaklar ise 25 Mart 1911’de bir süredir işçi grevleriyle gündemde olan Triangle Gömlek Fabrika’sında sebebi belirlenmemiş bir yangın nedeniyle yaşamlarını yitiren ve yine çoğunluğu kadın olan işçilerin hikayesini anlatır. Birleşmiş Milletler ise 8 Mart’ı, kadınlar tarafından yapılan grev ve çeşitli eylemlerin 1917 Rus Devrimi’ni başlatmasını ateşleyen ve Rusya’da kadınların oy hakkını kazandıkları gün olarak köken alır.
Bu hikayelerin her birinin farklı dönemlerde yaşanmış olması muhtemel çünkü Sanayi Devrimi ve ardından gelen yıllarda insan emeğinin sömürülmesine dayanan “ucuz işgücü” bakış açısı küresel bir sorundu. Dünyanın her yerinde bu koşullara karşı grevler yapılıyordu.
Kadın hareketini dönemin süregelen grevlerinden ayıran nokta ise kadının tek gündeminin “insanlık onuruna yakışır çalışma koşulları” olmamasıydı. Kadın, hiçbir zaman tek bir sorununu gündeme getirecek kadar şanslı olmadı. Cinsiyet eşitsizliğinin siyasi ve sosyal yaşamda yok açtığı sorunların hepsi o kadar temeldi ki tek bir konuya odaklanmak ütopyaydı.
Tüm hikayelerin ortak noktası 8 Mart’ın doğuşunun kadınların hakları için başlattıkları ayaklanmalarla olmasıdır.
Bir kadınlar günü oluşturma fikri ise 1910 yılında sosyalist kadınların düzenlediği Uluslararası Kadın Çalışanlar Konferansı’nda Clara Zetkin’in önerisiyle ortaya çıkmıştır. O yıllarda çoğunlukla sosyalist ülkelerde kutlanan bir gün olarak “emekçi kadınlar günü” ismiyle devam etmiştir.
Ülkemizde ilk kez Rahime Selimova ve Cemile Nuşirvanova isimli kız kardeşlerin girişimiyle 1921 yılında 8 Mart kutlanmıştır. Dünya çapında yaygınlaştırılması için uzun süren mücadelelerin ardından 1975 yılında Birleşmiş Milletler, 8 Mart’ı “Dünya Kadınlar Günü” olarak ilan etmiştir.
Gerçek anlamıyla 8 Mart
Gerçek anlamıyla 8 Mart Dünya Kadınlar Günü, kadınların insani koşullarda eşit yaşama istediğinin toplamıdır. Kadınların yüzyıllardan bugüne getirdikleri isyan çığlığıdır. Ve evet her kadını kapsayan bir çığlıktır. Güne isteyen istediği ismi koysun; isteyen öfkelensin ve isyanla ansın, isteyen de bırakın neşeyle kutlasın.
Biz kadınlara yüzyıllarca neyi nasıl yapmamız gerektiği o kadar çok dayatıldı ki kendimize ait bir günde bile ne yapmamız gerektiğinden emin olamıyoruz.
Günümüzde 8 Mart’ın tarihini düşünerek sevgililer günü, anneler günü gibi kapitalizme hizmet eden ticari bir gün haline gelmesine, özellikle kozmetik markalarının kadınlara özel indirimlerine indirgenmesine kızıyoruz elbette.
Ne kadar dile getirsek de mevcut şartlarda her şey kapitalizmin malzemesi haline geliyor bir şekilde. Sonra bu indirimlerden alışveriş yapanlara, hediye alanlara kızıyoruz, bir gün değil her gün kadınlar günü olmalı diye kızıyoruz.
Hep öfkeliyiz ama bu öfkeyle ne yapacağımızı bilmeden kendimizi sabote ediyoruz. Yerimizde oyalanmak istemiyorsak öfkemizi dönüştürmeyi öğrenmek zorundayız.
Bu günü kendimizce üreterek, farkındalık oluşturarak esas anlamını hatırlatarak diğer günlerden ayırabiliriz ama 8 Mart’ta bize çiçek verenlere kadınlar çiçek değildir diye kızmamıza gerek var mı mesela?
Biz kadınlar her gün görünmez bir mücadelenin içindeyiz, Bir günlüğüne her kadının gündemde olarak görünürlük kazanmasına neden kızıyoruz? Bizler bir günün değil her günün meselesi olarak bunları yaşarken 8 Mart’ı ayrışmadan bunları görünürlüğe taşıdığımız gün olarak konumlandırabiliriz. Bunun gibi kavram kargaşalarıyla uğraşmaktan esas noktaları kaçırıyoruz.
Kadınlara düşen görevler
Kadınlar olarak hak mücadelesinin sorumluluğunu biz taşıyoruz. Üzgünüm, yine biz taşıyoruz ama kimse bir gün tepsiyle önümüze gelip haklarımızı sunmayacak. Bugüne kadar edindiğimiz tüm hakları bizzat kendi mücadelemizle kazandığımız gibi devamı da böyle olacak.
Günümüz şartlarında herkes kendince yapabileceklerini düşünmek zorunda. Ben, sağlık sektöründen bir kadın olarak gitmemiz gereken epeyce yol olduğunu rahatça söyleyebilirim. Örneğin regl dönemimizde kullandığımız malzemelerin vergisini bile ödüyoruz, doğum kontrolüne hâla ücretsiz ulaşamıyoruz, sadece tercihimiz olduğu için sağlıklı koşullarda kürtaja erişemiyoruz, HPV aşısı halâ bize hak görülmüyor. Kadın hastalıkları, kadın cinselliği halâ toplumsal tabu konumunda.
Ben kendi alanımda bunlar için mücadele ediyorum. Herkes ilgi ve çalışma alanına göre, en çok maruz kaldığı durumlar için elinden geleni yaparsa kadın mücadelesini hep birlikte ilmek ilmek örebiliriz.
Bizim ülkemiz için kritik bir süreçteyiz çünkü İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırıldığı, Medeni Kanun’a el uzatılmaya çalışıldığı ,hilafet ve şeriat söylemlerinin dolaştığı, KADIN KATİLLERİNİN ceza indirimleri alarak serbest kaldığı bir dönemi yaşıyoruz .Orta Doğu’da bu süreçleri yaşayan ülkelerde kadının nasıl yok edildiğini görmek için çok uzaklara gitmeye gerek yok, ülkemize sığınmış kadın göçmenleri görerek empati yapabilirsiniz.
Mustafa Kemal Atatürk’ün kadınları tüm dünyaya örnek olacak şekilde öne taşıyarak kurduğu Cumhuriyet’in kadın evlatları olarak sahip olduğumuz haklara el uzattırmak gibi bir seçeneğimiz yok!
BU HAKLARI KAYBETMEK BİZİM YAŞAMLARIMIZA MAL OLUYOR.
Ayrışmadan, ayrıştırmadan mücadele edeceğimiz ister neşeyle ister isyanla kutlayacağımız nice 8 Mart’lara…