Bu yazıyı 4 yıl önce üniversiteyi yeni kazanmış bir genç olarak tüm heyecanları, korkuları, kaygılarıyla yollarına düştüğüm Ankara’da, büyük şehirde okumanın, geçinmenin omuzlarıma yüklediği ağırlıkla yazıyorum. Sürekli bir yerlere yetişmeye çalışan insan kalabalığı arasında telaşlı bir geç kaldım hezeyanıyla üstelik.
Bakalım…
Biraz daha sohbet ve küçük bir dert ortaklığı olsun istiyorum bu yazı, eczacılık öğrencileri için özellikle…
Üniversite okumak için imkan bulmuş her insan için yeni başlangıçlara atılan bir adımdır, okuduğun şehre gelmek. Neye nasıl başlayacağını bilmediğin, tanımadığın, bildik olmayan yollardan defalarca geçmek zorundalığını yaşayacağın yeni bir pencere. Benim pencerem fakültenin kapısından ilk girdiğimde gözüme ilişen Eczacılık Müzesiydi. Tarihin bir anlatısıydı, gördüğüm o eski havanlar; kim bilir kimlerin hastalıklarının dermanı o havanların içinde dövülmüştü… İşte benim heyecanla çıktığım o yol ve o pencerenin açıldığı yaşam böyleydi, nice zorlukları işaret ediyordu bir yanıyla. Mesleğin geçmişiyle geleceği arasında kaldığımız sıkışmışlık hissini de o havanlardan birinde sağaltabilir miyiz acaba diye düşünmeden edemiyorum şimdi. Bir yanıyla kendimle tartışırken buluyorum kendimi. Mesleğin bugününü bilerek kendi yaptığım bir tercihti, Eczacılık Fakültesinde okumak. Yine de somutta karşı karşıya kalınca bu kadarı da olmamalı deyip yılgınlığa düştüğümüz zamanlar olmuyor mu oluyor elbet. Yaz dönemi staj vakitleri geldiğinde okullarımızın “kurullarınca” ayarlanması gereken stajları o kurumdan diğer kuruma koşup yine de kamu stajını kabul ettirememiş bir öğrenci olarak beni “yıpratmıştı” bu süreç. Bir diğer yanıyla eczane stajlarımız için kapı kapı gezip eczane aradığımda ben de yılgınlığa düşmüştüm “Biz stajyer çalıştırmıyoruz yalnız!“ cümlesinden. Her sene laboratuvar malzemeleri için ailemden para isterken sesimin çekincesi kulaklarımda bir yanıyla hala. Ama biliyorum bu çekince benim değil, devletten en çok ödenek alan üniversite olmasına rağmen öğrencisine laboratuvar malzemelerini karşılamaktan geri duran fakülte kurulunun olmalı.
Mezuniyet senesi yaklaştıkça omzuma binen “Peki ya ben şimdi ne yapacağım?” sorusu kafamın içinde çınlıyor şimdilerde. Yardımcı eczacılık için eczane bulabilecek miyim, eczacım acaba mevzuatta belirtilen ücreti ve sigorta primimi eksiksiz yatıracak mı? Kontenjanlar dolu, devir eczaneler pahalı, firmalar uçuyor… Kamuya atanmak ise tek kurşun: Dıııt… ATANAMADINIZ! İşte bugünden baktığımızda tablo bu, bilanço ağır. Bir başka gerçekle daha baş başayız şimdi tüm o huzursuzluğun belki yılgınlığın içinde, tüm bunlara rağmen biz inanmak durumundayız, dünü ve bugünüyle yarını değiştirebilmeye. Başka bir deyişle insanın var olduğu yerdeki dönüşümün gerçekliğine inanmak durumundayız. Burada en önemli görev, bu fakültelerin sıralarında okumakta olan arkadaşlarımızın ve genç meslektaşlarımızın bilincine düşmüyor mu peki?
Hala okuduğumuz üniversitenin bulunduğu şehre ilk gelişimizdeki banka bakiyelerimiz bizlere göz kırpıyorsa, barınma sorunu her sene katlanarak öğrencilerin çözmesi gereken bir sorunmuşçasına pazarlanıyorsa, sağlıklı ve ücretsiz yemek her öğrencinin hakkıyken bu temel beslenme hakkımıza dahi ulaşamıyorsak bizim buradan alacağımız var demektir.
İşte daha okuduğumuz sıralarda gelecek kaygıları bu geçim derdinin tam ortasında bizim omuzlarımızdadır. Bu yüzden belki de Prometheus’un ateşi çalıp insanlığın yaşam mücadelesine verdiği anlam gibi bizlerin de üstüne önlüğü, eline havanları ve zihnine mücadeleyi almasının vakti değil midir?