Türkiye’de geceden sabaha birçok şey değişebilir, bir bakmışsınız KHK ile işsiz kalmışsınız ya da hakkınızda cumhurbaşkanına hakaretten dava açılmış. Bir kararla bir mesleğin geleceği de sarsılabilir. 31 Mayıs 2012 günü yürürlüğe giren yardımcı eczacılık uygulamasıyla öyle de oldu. Büyük çoğunluğu toplum eczacılarından oluşan eczacılık camiasını ve yeni mezunlarını derinden etkileyecek bir karardı. Diğer mesleklere göre en çok staj dersine sahip bölümlerden biri olmasına rağmen yürürlüğe giren bu uygulama, eczacılık bölümü için 5 senelik akademik eğitim süresince tamamlanan stajları hiçe sayıp mezuniyetten sonra 1 sene daha yardımcı eczacılık adı altında uzun bir staj dönemi olarak dayatıldı. Kendi eczanesini açmak isteyen eczacılara bir ön koşul olarak sunulan bu süreçte devlet tarafından yardımcı eczacılara sadece 1,5 asgari maaş uygun görüldü. Dünya Sağlık Örgütünce haftalık çalışma saati 45 saat olarak belirlenirken, Avrupa’da haftada 5 gün çalışmanın verimi azalttığı için 4 günlük çalışmaya geçileceği konuşulurken haftada 6 gün boyunca her gün 10 saat, toplam 60 saat mesai yapan bir meslek grubuna bu maaşın uygun görülmesi zaten uygulamanın insanca bir çalışma koşulları olmadığının sadece bir göstergesi.
Yardımcı eczacılık döneminde yeni mezunları en çok zorlayan sadece çalışma saatleri ya da düşük maaş değil ne yazık ki. Her gün etik dışı uygulamalara da maruz kalabiliyoruz. Nöbete kalan çalışanına ücret vermeyenler, yazın sıcağında elektrik faturası çok geldiği için asla klima çalıştırmayanlar, kol kıllarının gözükmeyecek şekilde giyinmesini dayatanlar, yatırdığı maaşın yarısını elden geri isteyenler, hakkını aramak için sadece soru soran çalışana işten çıkarılma tehdidi savuranlar, yemek parası vermeyip her gün 4 çalışana birer dilim pizza siparişini hak görenler, hastayla tartışma yaşandığında “ Müşteri(?) (hasta) hep haklıdır!” anlayışıyla çalışanını değersiz hissettirenler ve hatta işten çıkaranlar…
En üzücü tarafı ise mesleğini seven, üniversitede etik dersleri aldığını unutmayarak mezun olan genç yardımcı eczacıların pratikte mesleklerini yaparken ticarethane anlayışını, sağlıkçı kimliğinin önüne koyan örneklere denk gelmesi sonucu toplum eczacılığından nefret etme eğilimine girmeleri.
Yardımcı eczacılık süreci kendi başına birçok soruna sahipken mecburi süresini tamamlayanların ne yapacağı ise daha da büyük çıkmazların yaşanmasına gebe.
Ruhsat sahibi olmanın gittikçe zorlaştığı, çalışma yaşamına nasıl devam etmek gerektiğinin muğlaklaştığı bu dönemde, kendi eczanesini açmak isteyen emekçi çocuklarının, orta gelirli ailelerden gelenlerin eczanelerini açabilmeleri için milyonlarının olması gerekiyor. Ama bu milyonlar kendilerinde bulunmuyor.
Eczane sahibi olmanın artık saltanat gibi eczacı aileden yeni mezun bir aile üyesine bırakılması, devir fiyatlarının İstanbul’da iki ev fiyatına yakın rakamlara ulaşması, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik krizle birleşince yeni mezun bir eczacı için eczane açmak bir hayal olmaktan öteye varamıyor. Her geçen gün yeni mezunlar vermeye devam eden eczacılık fakültelerinin sayısının da orantısız oranda artmaya devam ettiği düşünüldüğünde yeni mezun olacak öğrenciler için geleceksizliğe bir adım daha yaklaşılıyor.
Maddi olanaklardan yoksun yeni mezunlar için toplum eczacılığında mesleğine devam etmek isteyenlerin tek yolu ise ikinci eczacılık. Fakat İstanbul’da bile ikinci eczacı çalıştıran eczanelerin sayısı çok az. Maaş anlamında görece daha iyi bir seviyede olan ikinci eczacılık, eczane sahibi eczacılar tarafından gider anlamında ağır bir yük olarak değerlendirilip tercih edilmiyor. Yardımcı eczacılığını tamamlayıp eczanede çalışmaya devam etmek isteyen ve iş arayan birçok genç eczacı genelde “Biz yardımcı eczacı arıyoruz.” cevabıyla karşılaşarak her gün mesleklerine daha da küsüyorlar ve çalışmak için hastane ya da endüstri gibi farklı alanlara yöneliyorlar.
Her iki tarafı anlayıp daha çözümcü bir süreç için burada eczane sahibi eczacıların açısından bakabilmek istiyorum. Kronik seviyelere ulaşan ilaç yoku problemiyle karşı karşıya olan, her geçen gün ilaçtan kazandığı tutarın eridiği, giderlerin kat kat artarken gelirin azaldığı bir düzende tabi ki de birçok eczane de yaşananlardan nasibini alıyor. Eczaneler de var olma mücadelesi veriyor.
Aslında bu yazıyı yazarken burada değinmek istediğim ana fikir eczane sahibi eczacıların kendi varoluş süreçlerinde çalışanlarının haklarını yok saymamaları, kendi ile aynı eğitimden geçmiş meslektaşlarına insanlığa yakışmaz davranışlarda bulunmamaları, genç meslektaşlarını mesleğe küstürmemeleri gerektiğiydi.
Bu mesleğin geçmişten günümüze büyüyerek gelen ya da şimdiki sorunlarını birileri çözecekse meslek örgütlerine önemli görevler düşmekte. Sağlıkçı kimliğimizi, empati duygumuzu yitirmeden, para kazanma hırsımıza yenilmeden… Yakın bir dönemde 2012 yılında alınan bu kararlar sonrası bu mağduriyetleri yaşayan eczacıların sayısı, şimdilerde meslek örgütlerinin nasıl yönetilmesi gerektiğine karar verenlerin sayısını geçecek. Bunu herkes biliyor. Gerçek bir birlik olma halinden söz edilecekse birliğin tüm öznelerinin sorunlarına eşit mesafeden yaklaşılması gerekiyor.
Dağıttığımız şifanın değerinin herkesçe bilinmesi dileğiyle…